Sayfalar

7 Ocak 2015 Çarşamba

SABIRLA İMTİHAN
􀂭ِ“Andolsun ki sizi biraz korku ve açlıkla, bir de mallar, canlar ve ürünlerden
eksilterek deneriz. Sabredenleri müjdele. Onlar; başlarına bir musibet
gelince, ‘Biz şüphesiz (her şeyimizle) Allah’a aidiz ve şüphesiz O’na
döneceğiz’ derler. İşte Rableri katından rahmet ve merhamet onlaradır.
Doğru yola ulaştırılmış olanlar da işte bunlardır.” (Bakara, 2 /155-157)


Kur’an-ı Kerim’de yüce Allah’ın çok sabırlı olduğunu ifade eden birçok âyet-i
kerime vardır. Bu itibarla çok sabreden anlamına gelen “sabûr” kelimesi Esmâü’l-
Hüsna/Allah’ın güzel isimlerinden birisidir (Bk. Tirmizî, “Da’avât” 81). Yüce Allah’ın
kullarına ihsan buyurduğu en hayırlı lütuflardan birisidir sabır. Ebu Saidi’l-Hudrî
(r.a), “Hiç kimseye sabırdan daha hayırlı ve daha geniş bir ihsanda bulunulmamıştır.”
(Buhâri, “Zekât”, 50) demiştir. Eğer insana sabır ve metanet gibi önemli özellikler
bahşedilmemiş olsaydı dünyada başına gelebilecek muhtemel olumsuzluklar
karşısında çaresizlik girdabına düşerek yaşama ümidini kaybedebilirdi. Bu itibarla
sabır her türlü olumsuzluklar karşısında insanı hayata bağlayan en büyük bir nimet
olarak algılanmalıdır.
Zikrettiğimiz âyette belirtildiği gibi insan dünya hayatında çeşitli şekillerde sıkıntı
ve musibetlere maruz kalabilir; korku ve açlığa/kıtlığa duçar olabilir, mal ve
canına zarar gelebilir ve doğal afetlerle karşılaşabilir. Bu durumda bile müslüman
hayattan ümidini kesmez. Allah’ın bahşettiği sabır ihsanı sayesinde aklını kullanarak
çıkış yolu arar. Hz. Peygamber (s.a.s)’den rivayet edilen bir hadiste müminlere
musibetler anında şöyle davranmaları buyrulmuştur:

“Sevabın çokluğu, belânın büyüklüğüne göredir. Allah (c.c) bir topluluğu sevdiği
zaman, onları muhtelif musibetlerle imtihan eder. Kim bu musibetleri sabırla karşılarsa
Allah Teâlâ ondan hoşnut olur. Ve kim musibetleri sabır ve tevekkülle karşılamaz
isyan ederse o da Allah (c.c)’ın gazabına müstahak olur” (İbn Mâce, “Fiten”, 23).
Bu bakımdan başımıza gelen hadiseler musibet ve felaket cinsinden de olsa
bunlardan ders çıkarıp ibret almak suretiyle hem Allah’ın gazabından hem de daha
büyük felaketlere düşmekten emin olmanın gayreti ve tedbirleri içerisinde olmamız
gerekir. Dolayısıyla sabır, sadece feryat ve figan etmekten kaçınıp boyun bükerek
beklemek değildir. Mümin öncelikle vakayı kabul ederek Allah’ın korumasına
ve yardımına sığınır ve daha önceki durumundan daha güzel bir sonuca nasıl erişebileceğinin
gayreti ve çalışması içinde olur. Böyle bir mümin de Allah’ın sevgisini
ve yardımını kazanmış olur. Demek ki başımıza gelen musibetler Allah’ın bizi
sevmediği anlamında değildir. Zira insan olmanın bedeli nimet ve bela ile iç içedir.
Allah’ın bir imtihan vesilesi olarak dünyada kurduğu düzende iyiliklerle kötülükler,
nimetle külfet beraber yürür. Nimetlere ve iyiliklere şükretmek kadar musibet
anında metaneti korumak erdemli bir mümin olmanın işaretidir. Hz. Peygamber
“Sabır, musibetle karşılaştığın ilk andakidir” buyurmak suretiyle (Buharî; “Cenâiz” 43)
insanı her yönüyle sarsabilecek hadisenin ilk anında bilinçsizce davranışlarda bulunarak
daha kötü bir sonuca düşmekten bizleri sakındırmak istemiştir.
Bir Müslüman için ölüm hadisesi gerçekte bir musibet değil, Allah’ın mutlak
takdiri ve ebedî âleme geçiş kapısıdır. Dünya hayatında Allah’ın yarattığı bir kural
olarak ölüm bazen en yakınımızı, en çok sevdiğimizi, göz bebeğimizi genç yaşta
bizden ayırabilir. Böyle bir hadiseyi dahi sabır ve metanetle karşılayan bir müslümana
Resûlullah’ın verdiği müjde sadece bir teselli değil, aynı zamanda olaylar
karşısında kendisini kaybetmeden teenniyle hareket etmenin güzel bir sonucu,
dünyada da beraberinde getireceğinin de müjdesidir: Nitekim sevgili peygamberimiz
şöyle buyurmaktadır:
“Bir kulun çocuğu ölürse, Allah meleklere şöyle söyler: ‘Kulumun çocuğunu kabzettiniz!’
‘Evet’ derler. ‘Kalbinin meyvesini elinden aldınız’ Melekler; ‘Evet’ derler. Allah tekrar
sorar: ‘Kulum ne dedi?’ ‘Sana hamd etti ve herkesin dönüşü Allah’adır, dedi.’ derler. Bunun
üzerine Allah Teâla şöyle emreder: ‘Öyleyse, kulum için cennette bir köşk inşa edin
ve bunu Beytu’l-hamd (hamd evi) diye isimlendirin.” (Tirmizî, “Cenâiz”, 36)
Demek ki dünya hayatında başımıza gelen hadiseler karşısında bedbin olmadan,
teenni, sebat ve vakarla yürüyebilirsek kendimizi dünyada başımıza gelmesi
muhtemel daha kötü sonuçlardan koruduğumuz gibi ahirette de Allah’ın cennetiyle
mükâfatlandırılmış oluruz. Nitekim âyet-i kerimede şöyle buyurulur:
“Sabretmenize karşılık selam sizlere. Dünya yurdunun sonucu (olan cennet) ne güzeldir!”
(Ra’d, 13/24)

Hiç yorum yok: