Sayfalar

8 Temmuz 2014 Salı

GÖZLERİMİZİ AYDINLATACAK EŞLER VE ÇOCUKLAR!

GÖZLERİMİZİ AYDINLATACAK
EŞLER VE ÇOCUKLAR!



“Onlar, ‘Ey Rabbimiz! Eşlerimizi ve çocuklarımızı bize göz aydınlığı kıl ve
bizi Allah’a karşı gelmekten sakınanlara önder eyle’ diyenlerdir.” (Furkân,
25/74)
Yüce kitabımız Kur’an, peygamberlerimizin (Allah’ın selamı onların üzerine olsun);
“Müslüman” (Bakara, 2/128), “temiz” (Âl-i İmran, 3/38), “namazı dosdoğru kılan”
(İbrahim, 14/40) ve “salih” (Ahkâf, 46/15) bir “nesil/zürriyet” isteklerini ve dualarını bizlere
örnek olmak üzere nakletmektedir.
Elbette biz Rahman’ın kulları da “göz aydınlığımız olacak eşlerimizin ve nesillerimizin”
olmasını arzu ederiz. Bunun gereği olarak da eş ve çocuklarımızın da
kendimiz gibi Rahman’ın yolunda olmasını çok önemseriz. Çünkü “Ey iman edenler!
Kendinizi ve ailenizi, yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyun…” (Tahrim, 6/66) emriyle
bunlardan birinci derecede sorumlu olan bizleriz.
Şüphesiz sadece “kavli dua” etmekle yani dilimizle istemekle bunları elde etmemiz
mümkün değildir. Bunun için karşılıklı sevgi ve saygıya dayalı mutlu bir aile
yuvasının kurulması ve çocuklarımızın eğitim ve terbiyesi konusunda baştan itibaren
uyulması gereken dinî ölçülere yani “fiilî duaya” da titizlikle uymamız gerekir.
Erkek olsun kız olsun bir Müslüman evlenmek istediği zaman, anne babalarının
da öncülüğünde, öncelikle İslam terbiyesini almış, iffetli biriyle evlenmeye çaba
göstermeli, hayat arkadaşını seçerken güzelliğinden, soyundan ve zenginliğinden
daha çok, dindarlığına ve iyi ahlak sahibi olmasına dikkat etmelidir. Peygamberimiz
(s.a.s)’in özellikle kadınlarda aranmasını tavsiye ettiği (Buharî, “Nikâh”, 15; Ebû Dâvûd,
“Nikâh”, 2) bu ölçülerin erkekte de aranmasına bir engel yoktur. Hadiste özellikle
kadının zikredilmesinin “yuva ve çocuklar üzerindeki temel etkisini vurgulamak”
maksadıyla olduğunu düşünmemiz yanlış olmaz.
Evlenmek isteyen kadın ve erkeğin birbirlerini görüp beğenmeleri (Ebu Dâvûd,
“Nikah”, 18; Tirmizî, “Nikah”, 5) ve kendi istek ve hür iradeleriyle evlenmeye karar vermeleri
de dinimizin tavsiye ettiği diğer önemli bir husustur.
Böylece cüzî irademizi İslami ölçülere uygun bir şekilde kullandıktan sonra gerek
mutlu bir yuva kurabilmemiz ve gerekse kurulan yuvayı mutlulukla devam ettirebilmemiz
için dua edip Allah’tan yardım istememiz de mutlaka gereklidir. Çünkü
eşler arasındaki sevgi ve merhameti var eden O’dur (Rum, 30/21).
Dinimize göre dünyaya gelmelerine sebep olduğumuz her çocuk, aile için yeni
bir mutluluk ve sevinç kaynağı olduğu kadar bize yeni sorumluluklar da getirir.
İslamiyet bu hususta birinci derecede babayı sorumlu tutar (Tahrim, 66/6). Anne de
bu sorumluluğa ortaktır.
Çocuklarımızın beslenme, barınma, giyim ve sağlık gibi maddî ve bedensel ihtiyaçlarını
helal yollarla ve gücümüze göre en güzel şekilde karşılamamız başta gelen
görevimizdir.Çocuklarımıza sevgi ve şefkat göstermemiz, tahsil terbiye ve meslekî
eğitimlerini yaptırmamız da onların “Gözlerimizi aydınlatacak bir nesil” olmaları
için çok önemlidir.
Bunları yaparken çocuklarımızın sadece maddi ihtiyaçlarını karşılamakla yetinmeyerek,
ruhi ihtiyaçları olan dinî eğitim ve terbiyelerini de asla ihmal etmeyelim;
küçük yaşlardan itibaren başlatacağımız iman, ibadet, ahlak ve sosyal terbiyeleriyle
birlikte, haram-helal, günah-sevap şuurunu da geliştirelim.
Çocuklarımızın sevgiye, bizlerden göreceği iyi örneklere ve açıklayıcı doğru
bilgilere ihtiyaçları vardır. Özellikle dinî terbiye ve eğitimlerinde 12-15 yaşından
önceki dönemde, ruh/beden gelişimlerini ve henüz dinen yükümlülük çağında olmadıklarını
da göz önünde bulundurarak, eksik ve hatalarını korkutucu, ürkütücü,
emredici ve dinimizden soğutucu şekilde değil, özendirici bir yolla gidermeliyiz.
Çocuklarımızın dinî inanç ve değerleri öğrenmesi, ihtiyaç duyduğu bütün ahlaki
faziletleri, sosyal davranışları kazanması, ruh ve beden bakımından sağlıklı, ayrıca
sanat ve hüner sahibi olabilmesi; yapılması gerekenleri “zamanında ve doğru şekilde”
yapmamıza sıkı sıkıya bağlıdır. Unutmayalım ki “ağaç yaş iken eğilir”.
Bu görevlerimizi yerli yerinde ve zamanında yerine getirdiğimiz takdirde ciğer parelerimiz
olan çocuklarımızın eğitim ve terbiyesini başarıya ulaştırabilir ve arkamızda
bize göz aydınlığı, vatanımıza ve milletimize de yararlı bir nesil bırakabiliriz.

6 Temmuz 2014 Pazar

EŞLER ARASINDA SEVGİ

EŞLER ARASINDA SEVGİ



“Kendileri ile huzur bulasınız diye sizin için türünüzden eşler yaratması
ve aranızda bir sevgi ve merhamet var etmesi de O’nun (varlığının ve
kudretinin) delillerindendir. Şüphesiz bunda düşünen bir toplum için
elbette ibretler vardır.” (Rûm, 30/21)
Toplumu oluşturan temel yapı ailedir. Aile; kişinin huzur bulduğu bir ortam,
neslin devamı için bir vesile, kişiyi çeşitli kötülüklerden koruyan bir araçtır.
Ailenin huzur ve mutluluğu, toplumun huzur ve mutluluğu demektir. Aile mutluluğunun
sağlanması, eşlerin ve diğer aile fertlerinin birbirlerine sevgi, saygı ve
hoşgörü çerçevesinde davranmaları ile mümkündür. Acısıyla, tatlısıyla bir ömür
boyu beraber hayat sürecek eşlerin dostluğa, karşılıklı sevgi ve saygıya herkesten
daha çok ihtiyaçları olduğu açıktır. Nitekim okuduğumuz ayet-i kerimede de belirtilen
“Kendileri ile huzur bulasınız diye sizin için eşler yarattık...” şeklindeki ifade,
eşlerin yaratılış amacını açıklamakta, dolayısıyla insanın eşini kendisiyle huzur ve
mutluluk bulacağı varlık olarak görmesini telkin etmektedir. Şu halde aile hayatında
mutluluğun ön şartı eşlerin böyle bir bakış açısına sahip olmalarıdır.
Yakın zamana kadar birbirlerini tanımayan iki ayrı cinsin çok güçlü bağlarla birbirine
bağlanması, temelinde iffet anlayışı bulunan, karşılıklı güven ve sevgi duygularıyla
geliştirilen bir aile kurumunun bina edilmesi, yüce Allah’ın insanlığa en
büyük lütuflarındandır. Âyette ifade buyurulduğu üzere iyi düşünen kimseler için
bundan çıkarılacak önemli dersler vardır.
Kâinatın temeli sevgi üzerine kuruludur. Sevgi, aile mutluluğunu besleyen ana
kaynaktır. Bu kaynağın tıkanması durumunda aile saadeti de tehlikeye girer. Nite-
kim Rabbimiz de evlilik hayatının gerekli şartlarından olan sevgiyi, kalplerin kaynaşmasına
vesile kılmaktadır. Zira Kur’an’da belirtildiği gibi kalplerin kaynaşması
ancak Allah’ın dilemesiyle olur. Eşlerin davranışları kalplerin kaynaşması için bir
vasıta olmalıdır. Bunu başarabilen eşler, ruh ve beden sağlığı açısından da şanslıdırlar.
Sürekli didişme içinde olan eşler ise bu ön şartı yerine getirmediklerinden
aralarındaki muhabbet azalmaya, kalp birlikteliği kaybolmaya başlar, boşanarak aile
hayatını yıkmasalar dahi psikolojik sıkıntılara maruz kalıp sağlıklarını kaybedebilirler.
Bu nedenle eşler birbirlerine verdikleri değer, sevgi ve saygıyla mutluluk ağacını
dikmeli, çocuklar da bu mutluluğun meyveleri olmalıdır. Mutlu olmayan eşler, mutlu
çocuklar yetiştiremezler.
Aileyi oluşturanlar, iki farklı ailede hayatı yaşamış iki farklı kişilik iken, aile oluşturmanın
gereği olarak bir teknede yoğrulmuşlardır. Eşlerin uyumlu olmaları, her
konuda aynı fikirde olmaları sonucunu doğurmadığı gibi, her konuda aynı fikirde
olmak da uyumlu bir hayatın tek sebebi değildir. Evlilikte de uyum şartı olan “bir
ortak görüş, düşünüş, zevk ve değerlendirme alanı” vardır. Genel kabul gören konular
dışında yoruma, tercihe ait konularda farklı görüşler hayata renk katar, değişiklik
ve zenginlik getirir. Eşler arasında tartışma olabilir. Tartışmanın amacı üstün çıkmak
değil, en doğru ve en makul olanı gerçekleştirmektir. Eşler arasında baskı değil ikna,
çatışma değil uzlaşma, nefret değil sevgi, saldırı değil iletişim olmalıdır.
Evlilik sevgiye açılan en geniş ve en ağır kapıdır. Sevgi, birbirini seven insanların
eksik ve kusurlarını hissetmemesidir. Bu itibarla eşler birbirine hem dost, hem arkadaş,
hem de sırdaş olmalıdır. Seven insanlar birbirlerine seni seviyorum demekten
çekinmemeli, sevgide cömert, nefrette cimri olmalıdır. Sevgi ve saygı ile kurulan bu
kutsal ocağın tütmesi için her türlü fedakârlıktan kaçınmamalı, birbirlerinin eksik
ve kusurlarını değil iyi ve güzel yanlarını ön plana çıkarmalı, hayatı hürmet ve şefkat
ekseninde paylaşmalıdır.
Unutmayalım ki, sevgi ve anlayış eksikliğinden geçimsizlik, geçimsizlikten ise
kötü muamele ve şiddet doğabilmektedir. Özellikle evliliklerini sağlam temeller
üzerine kuramamış veya evliliğin devamlılığı için ön şartları yerine getirememiş eşler
arasındaki geçimsizlik, boşanmalara yol açmakta, çocuklar üzerinde de onarılmaz
vasıfta menfi tesirler meydana getirmektedir.

5 Temmuz 2014 Cumartesi

AŞIRI HARCAYANLAR ŞEYTANA KARDEŞ OLURLAR

AŞIRI HARCAYANLAR
ŞEYTANA KARDEŞ OLURLAR



“Çünkü saçıp savuranlar şeytanların kardeşleridir. Şeytan ise Rabbine karşı
çok nankörlük etmiştir.” (İsrâ, 17/27)
İnsanoğlunun ihtiyaçları hiçbir zaman bitmez. İnsan bu ihtiyaçlarını karşılamak
için her türlü yola başvurur. Elde ettiği serveti acımaksızın harcar. Harcamalarının
doğru olup olmadığına da bakmaz. İnsanın bu zaafından dolayı, Rabbimiz, saçıp
savurmayı yasaklamış, saçıp savuranları kınamış ve bu kimseleri şeytanın dostları
olarak nitelemiştir. Kur’an-ı Kerim’de infak teşvik edilmekle birlikte, kişiyi muhtaç
bırakacak ya da bakmakla yükümlü olduğu insanları mağdur edecek oranda
harcama yapması da uygun görülmemiştir. Her imkâna sahip olduğu halde kişinin
“Benim malım değil mi? Ben kazanmadım mı? İstediğim yere harcayabilirim” şeklindeki
yaklaşımı da doğru değildir. Bu tür harcama da israf olarak adlandırılmaktadır.
Çünkü israf, saçıp savurmak, doğru olmayan yerlere harcama yapmak demektir.
Saçıp savuranların şeytanın kardeşi dostu olmalarının nedeni, boş yere ve meşru
olmayan şekilde başka bir ifadeyle günah yolda harcama yapmalarıdır. Çünkü şeytan
Rabbine karşı nankörlükte bulunmuş, nimetin hakkını vermemiştir. Bir bakıma
saçıp savuranlar da nimetin hakkını ödemezler. Hak sahiplerine vermeleri gereken
şeyleri esirgerler. Hâlbuki nimetin saçıp savrulmadan hak sahiplerine ulaştırılması
gerekir. Hz. Ali, kişinin kendisine ve aile halkına israf etmeden, savurganlık yapmadan
harcama yapmasını hayırlı iş olarak; gösteriş olsun diye yaptığı harcamasını ise
şeytanın bir payı olarak görmüştür.
Allah’a isyan yolunda bulunan kişilerin şeytanlarla beraber olmaları başka bir
ayet-i kerimede de şöyle yer almaktadır:
“Kim, Rahman’ın zikrini görmezlikten gelirse biz onun başına bir şeytan sararız. Artık
onun ayrılmaz dostudur.” (Zuhruf, 43/36)
İnfakın ölçülü olmasına o kadar önem verilmiştir ki, kişinin kendi malından
meşru olarak vasiyette bulunması bile belirli bir oranla (üçte bir oranıyla) sınırlandırılmıştır.
Bunun üzerindeki vasiyeti geçerli sayılmamıştır. Zaten Kur’an-ı Kerim,
Rahman’ın mümin kullarının özelliklerinden bahsederken harcamalarında mutedil
yani orta yollu olduklarını şöyle belirtmiştir:
“Onlar, harcadıklarında ne israf ne de cimrilik edenlerdir. Onların harcamaları, bu ikisi
arasında dengeli bir harcamadır.” (Furkân, 25/67)
Peygamberimiz (s.a.s)’in, iktisat edenin fakir düşmeyeceği, nafakada iktisatlı
olmanın geçimin yarısı olduğu, şeklindeki tavsiyeleri (Kenzü’l-Ummal fî Süneni’l-Akvâl
ve’l-Ef’al, Müessesetü’r-Risale, 1985 Beyrut) harcamada orta yollu davranmanın önemini
vurgulamaktadır. Allah mülkü dilediğine verir dilediğinden alır. Bugün sahip olduğumuz
mal varlığını aşırı savurganlık yaparak harcarsak yarın kaybederek muhtaç
hâle düşebiliriz. Peygamberimiz zamanında beş yüz hurma ağacı olan bir sahabi
ağaçların meyvesini toplamış, hepsini dağıtmış, evine hiçbir şey götürmemişti. Bunun
üzerine Cenab-ı Hak şöyle buyurdu:
“Eli sıkı olma, büsbütün eli açık da olma sonra kınanır ve çaresiz kalırsın.” (İsrâ, 17/29)
İmkânlarımız ne kadar çok olursa olsun fert hayatında ve toplum hayatında aşırı
harcama yapmamız yasaklanmıştır. İktisatlı yaşamak ise teşvik edilmiştir. Başka bir
ifade ile imkânlarımızı faydasız yerlere sarf etmemiz, savurganlık olması nedeniyle
yasaklanmıştır.
İnsanlık aşırı ve gereksiz harcamalarından dolayı birçok maddi sıkıntıya düşmektedir.
Mesela aile geçimsizlikleri ve boşanmaların bir kısmına aşırı harcamaların
sebep olduğu bilinmektedir. Yine devletlerin aşırı harcamalarının ve dolayısıyla gereksiz
yere borçlanmalarının ekonomik krize yol açtığı görülmektedir. Ayrıca aşırı
harcamaların hayat pahalılığı, çevre kirliliği ve doğal kaynakların yok olmasına sebep
olduğu da bir gerçektir.
O halde; başkalarına baş eğmeden izzetle yaşayabilmek için iktisada riayet etmeli
ve şeytanî bir fiil olan savurganlıktan sakınmalıyız....

2 Temmuz 2014 Çarşamba

SABIR VE NAMAZLA RABBİMİZDEN YARDIM DİLEYELİM

SABIR VE NAMAZLA RABBİMİZDEN
YARDIM DİLEYELİM


Sabrederek ve namaz kılarak (Allah’tan) yardım dileyin. Şüphesiz namaz,
Allah’a derinden saygı duyanlardan başkasına ağır gelir.” (Bakara, 2/45)

Dua, dinin ve kulluğun özüdür. Allah ile birlikte olmak, bütün gönlümüzle O’na
yönelmek O’na yakarmaktır. Rabbimiz yukarıdaki ayette duanın başka bir yönüne,
kendisinden yardım istemenin nasıl olması gerektiğine işaret etmektedir. Kur’an’ın
ifadesine göre Rabbimiz bize çok yakındır. Dua edenin duasına karşılık verir. Ancak
bizim de yapmamız gereken bir şeyler bulunmaktadır: O da yardım istemek için
hazırlık yapmak, yani yardım istemenin gereklerine uymaktır. Yukarıdaki ayete göre
Rabbimizden yardım istemenin yollarından biri de sabretmektir. Sabır bize verilen
her şeye karşı dayanıklı olmaktır. En geniş tarifiyle sabır, musibete, günah işlememeye
ve ibadetleri yapmaya dayanıklı olabilmektir. Öyleyse, dua edecek mümin,
bütün bunlarda ısrarcı olmalı, hiçbir engele takılmadan Rabbine kulluğa devam etmelidir.
Yardım isteyen müminin dua etmeden önce atacağı ikinci adım, kendini
günahlardan alıkoyan namazı kılmasıdır. Namaz biz müminlerin Rabbimizle baş
başa olduğumuz en önemli anlardan biridir.
Ayette ifade edilen sabır ahlaki bir kavram olarak, acıya katlan ma, sıkıntıya
göğüs germe; Allah’a tevekkül ederek O’ndan gelen sıkıntılara kat lanma; insanın
kendisini, aklın ve dinin yapılmasını gerekli gördüğü işleri yapma ya veya yapılmasını
yasakladığı, uygun bulmadığı davranışlardan uzak durmaya zorlaması; kişinin
hayırlı amacına ulaşma yönündeki direnci olarak tarif edilmiştir. Bu ise gerçekten
kimsenin kolaylıkla başaramayacağı, nefse ağır gelen zor işlerden biridir.
Rabbimize yönelen kullar olarak her an O’ndan yardım istemekteyiz. Her gün
Fatiha’da “Yalnız sana kulluk eder ve yalnız senden yardım dileriz!” diyerek her an O’na
sığınmaktayız. İşte O’na sığınmanın O’ndan yardım dilemenin yollarından ilki, her
şeye karşı dayanıklı olmaktır. Bunun birinci aşaması haramlardan el çekmekle başlar.
Bir mümin olarak Rabbimizi hoşnut etmek istiyorsak önce O’nun yasaklarına
karşı dayanıklı olmalıyız. Yasaklara karşı dayanıklı olduğumuzda, sınavın birinci
engelini başarmış ve O’na karşı kullukta bir adım öne geçmiş oluruz. Öyleyse
Rabbimizden yardım istemenin ilk aşaması günahlardan kaçma konusunda sabırlı
olabilmektir. Efendimiz (s.a.s)’in bir hadisinde, yediği haram, içtiği haram ve giydiği
haram olan birinin yalvarmasına, Allah’ın karşılık vermeyeceğine işaret etmesi
bu durumun önemini gözler önüne sermektedir (Müslim, “Zekat”, 65). Sabrın ikinci
boyutu ise ibadetleri yapma konusunda dayanıklı olmaktır. Rabbimiz bize yardım
etme sözü vermiştir. Ancak o da bizden bir adım atarak dinine yardım etmemizi,
yani ibadetleri az da olsa sürekli olarak yerine getirmemizi istemiştir. Kısacası O
bizden, ölüm bize gelene dek kulluk istemiştir. Sabrın üçüncü boyutu ise başa gelen
sıkıntılar karşısında güçlü kalabilmek, yılmamak ve bir imtihandan geçtiğimizin
bilinci ile hayatımızı değerlendirebilmektir.
Ayette de belirtildiği gibi, Rabbimizden yardım istemenin ikinci ön şartı O’nun
önünde eğilmektir. Dua, zaten bütün gönlü O’na vermektir. Ama duanın bir ileri
boyutu olan namaz, O’nun önünde divan durmak ve O’nunla baş başa kalabilmektir.
Rabden yardım istemenin ikinci ön koşulu olan namaz insanı kötülükten alıkoyar.
İnsanın dayanıklılığını artırır. Bu en büyük zikirdir. Zaten namazın bir sonraki
evresi, Rabbin önünde secdeye kapanmaktır. Rabbine kullukta bu kadar ileri giden
bir gönlü Rab nasıl reddeder. O artık onu reddetmekten hayâ eder. İşte biz de Rabbimizden
bu şekilde yardım dilemeliyiz.
Dua, bir iç döküştür. Rabbe sığınmaktır. O’na sığınan bir kulun Rabbinin hoşnut
olmadığı bir hâl üzere olması nasıl düşünülebilir ki! Öyleyse haramlardan uzak durarak,
ibadetlere sabır göstererek ve başımıza gelen musibetlere dayanıklı olarak ve
de namaz kılarak Rabbimizden yardım dilemeliyiz. Ama bu şekilde, yardım istemek
çok zordur, pek çok kimseye bu ağır gelir. Ancak bu şekilde yardım istemek, sadece
Rabbine gönülden bağlananlar için kolaydır. Öyleyse önce Rabbimizin yüceliğini ve
O’na gönülden bağlanmayı içimize sindirmemiz gerekiyor. Rabbimizin bize bizden
daha yakın bir hükümran olduğunu bilerek bütün gönlümüzle O’na yönelmeli ve
“duanız olmasa ne işe yarardınız” çağrısına cevap verecek ön hazırlığı yapmalıyız.

1 Temmuz 2014 Salı

Orucla ilgili Ayeti Kerimeler

Oruç İle İlgili Ayet-i Kerimeler



Ramazan ayı, insanlara yol gösterici, doğrunun ve doğruyu eğriden ayırmanın açık delilleri olarak Kur'an'ın indirildiği aydır. Öyle ise sizden ramazan ayını idrak edenler onda oruç tutsun. Kim o anda hasta veya yolcu olursa (tutamadığı günler sayısınca) başka günlerde kaza etsin. Allah sizin için kolaylık ister, zorluk istemez. Bütün bunlar, sayıyı tamamlamanız ve size doğru yolu göstermesine karşılık, Allah'ı tazim etmeniz, şükretmeniz içindir. (Bakara Suresi 185) 


Ey iman edenler! Allah’a karşı gelmekten sakınmanız için Oruç,sizden öncekilere farz kılındığı gibi,size de farz kılındı. (Bakara Suresi 183) 

Oruç, sayılı günlerdedir. Sizden kim hasta, ya da yolculukta olursa, tutamadığı günler sayısınca başka günlerde tutar. Oruca gücü yetmeyenler ise bir yoksul doyumu fidye verir. Bununla birlikte, gönülden kim bir iyilik yaparsa (mesela fidyeyi fazla verirse) o kendisi için daha hayırlıdır. Eğer bilirseniz oruç tutmanız sizin için daha hayırlıdır. (Bakara Suresi 184)



Bunlar, tövbe edenler, ibâdet edenler, hamdedenler, oruç tutanlar , rükû’ ve secde edenler, iyiliği emredip kötülükten alıkoyanlar ve Allah’ın koyduğu sınırları hakkıyla koruyanlardır. Mü’minleri müjdele. (Tevbe Suresi 112)

Oruç gecesinde kadınlarınıza yaklaşmak size helâl kılındı. Onlar, size örtüdürler, siz de onlara örtüsünüz. Allah, (Ramazan gecelerinde hanımlarınıza yaklaşarak) kendinize zulmetmekte olduğunuzu bildi de tövbenizi kabul edip sizi affetti. Artık eşlerinize yaklaşın ve Allah’ın sizin için yazıp takdir etmiş olduğu şeyi arayın. Şafağın aydınlığı gecenin karanlığından ayırt edilinceye (tan yeri ağarıncaya) kadar yiyin, için. Sonra da akşama kadar orucu tam tutun. Bununla birlikte siz mescitlerde itikâfta iken eşlerinize yaklaşmayın. Bunlar, Allah’ın koyduğu sınırlardır. Bu sınırlara yaklaşmayın. Allah, kendine karşı gelmekten sakınsınlar diye, âyetlerini insanlara böylece açıklar. (Bakara Suresi 187)


Hadis-i Şerifler
 

- İslam beş esas üzerine bina edilmiştir: Allah"tan başka ilah olmadığına ve Muhammed"in O"nun kulu ve elçisi olduguna şehadet etmek, namaz kılmak, oruç tutmak, Kabe"ye haccetmek, Ramazan orucu tutmak. (Tirmizi, İman 3, (2612)) 


- Ramazan ayı girdiği zaman cennetin kapıları açılır, cehennemin kapıları kapanır ve şeytanlar da zincire vurulur
(Müslim, Sıyam 2, (1079)) 

“Oruçlu bir kimse yalanı ve yalanla iş yapmayı terk etmezse onun yemesini içmesini terk etmesine ALLAH’ın hiçbir ihtiyacı yoktur.”  [Buhari, Savm, 8.] 

Ramazanda Allah'ı zikreden mağfiret olunur. Ve o ayda Allah'dan dilekte bulunan kimse de mahrum edilmez. (Ravi: Hz. Câbir (r.a.))

Beş şey oruç ve abdestte hayır bırakmaz: Yalan, gıybet, söz taşıma, şehvet nazarı ile harama bakmak, yalan yere yemin etmek. (Ravi: Hz. Enes (r.a.)) 


- Kim Allah Teala yolunda bir gün oruç tutsa, Allah onunla ateş arasına, genişliği sema ile arz arasını tutan bir hendek kılar
(Tirmizi, Cihad 3, (1624)) 


Ramazan ayında, hasta veya ruhsat sahibi olmaksızın kim bir günlük orucunu yerse, bütün zaman boyu oruç tutsa bu orucu kaza edemez
(Buhari, Savm 29)


Kadir gecesini, kim sevabına inanıp onu kazanmak ümidiyle ihya ederse, geçmiş günahları affedilir
(Müslim, Müsafirin 174, (769); Ebu Davud, Salat 318, (1371); Tirmizi, Savm 83) 

Zekat, müslümanlığın köprüsüdür. (Ebud Derda (r.a.))

Resulullah (sav)'a :" Kadir gecesi (Ramazan'ın neresinde?) diye sorulmuştu. O da, Ramazanın tamamında." diye cevap verdi. [Ebu Davud] 

"Şurası muhakkak ki, Oruçlunun iftarını açtığı zaman reddedilmeyen makbul bir duası vardır" (Beyhaki) 

"Kim yalanı ve onunla ameli terketmezse (bilsin ki) onun yiyip içmesini bırakmasına Allah'ın ihtiyacı yoktur." [Ebu Hüreyre] 


- Ramazan girip çıktığı halde günahları affedilmemiş olan insanın burnu sürtülsün Anne ve babasına veya bunlardan birine yetişip de onlar sayesinde cennete girmeyen kimsenin de burnu sürtülsün Ben yanında zikredildigim zaman bana salat okumayan kimsesinin de burnu sürtülsün!
(Tirmizi, Daavat 110, (3539)) 

- Kim oruçlu olduğu halde unutur ve yerse veya içerse orucunu tamamlasın Çünkü ona Allah yedirip içirmiştir
(Müslim, Sıyam 171,)

"Ramazan ve Kurban bayramının gecelerini ihya eden kimsenin kalbi, kalblerin öldüğü gün ölmez" [İbni Mace, Taberani] 

Kim Allah rızası için bir gün oruç tutarsa, Allah onu yetmiş sene Cehennem ateşinden uzaklaştırır. [Camiüs Sağir] 

- Kim bir oruçluya iftar ettirirse, kendisine onun sevabı kadar sevap yazılır Üstelik bu sebeple oruçlunun sevabından hiçbir eksilme olmaz
(Tirmizi, Savm 82, (807); 

Ramazanda Allah'i zikreden magfiret olunur. Ve o ayda Allah'dan dilekte bulunan kimse de mahrum edilmez. [Hz. Cābir (r.a)]

Kadir gecesini, kim sevabına inanıp onu kazanmak ümidiyle ihya ederse, geçmiş günahları affedilir.. (Müslim, Müsafirin) 

Allah'ım sen affedicisin, affı seversin, beni affeyle. (Allahümme inneke afüvvün kerîmün tuhibbül afve fa'fü anni. ) [Kadir Gecesi Duası] 

"Oruçlu için iki sevinç vardır: Biri,orucu açtığı zamanki sevincidir; diğeri de Rabbine kavuştuğu zamanki sevincidir."(Ebû Hüreyre) 

"Ramazan" demeyin. Zira Ramazan Aziz ve Celil olan Allah'in isimlerinden bir isimdir. Lakin “Ramazan ayı” deyin. [Hz. Ebū Hureyre (r.a.)] 

Ramazan'da orucunu tutup da Şevval'den de altı gün tutan kimse bütün sene oruç tutmuş gibidir. (Tirmizi) 

"Ramazan orucu farz, teravih namazı ise sünnettir. Bu ayda oruç tutup, gecelerini de ibadetle geçirenin günahları affolur." [Nesai] 

"Oruçlunun ağzından çıkan koku, Allah indinde misk kokusundan daha hoştur." [Kütüb-i Sitte] 

"Oruçlu iken çirkin konuşmayın! Birisi size sataşırsa, “Ben oruçluyum” deyin.[Buhari] 

"Oruçlunun susması tesbih, uykusu ibadet, duası makbul, ameli de çok sevaptır." [Deylemi] 

Kadir gecesini, Ramazan'ın son onunda arayın. (Buhârî) 

'Oruç sabrın yarısıdır' (Buhari) 

Oruç, kişi onu günahlarla delmedikçe, bir kalkandır.[Camiu’s-Sağir] 

Sahur berekettir. Öyle ise, bir yudum su içmekle de olsa, onu bırakmayın. Zira Allah ve melekleri sahur yiyene selat ederler. [Ebû Said (r.a.)]

Oruçlarda riya yoktur. Aziz ve Celil olan Allah buyurdu ki: "O Benim içindir. Onun mükafatını bizzat Beni veririm. (Çünkü) Oruçlu yemesini, içmesini Benim için bırakır."  [Ebu Hureyre (r.a.)]

"Oruçlarla Kur'anı Kerim, kıyamet gününde kula şefaatçı olurlar. Oruç der ki: "Ey Rabbim! Ben onu gündüz yemekten ve şehvetlerden men ettim. Sen onun hakkında benim şefaatimi kabul et." Kur'anda şöyle der: "Ey Rabbim! Ben onu geceleyin uykudan men ettim. Öyle ise Sen de, benim, onun hakkındaki şefaatimi kabul et. "Ve de şefaatleri kabul olunur. [İbni Amr (r.anhüma)]