Sayfalar

26 Şubat 2014 Çarşamba

ARZU VE İSTEKLERİN PUTLAŞTIRILMASI

ARZU VE İSTEKLERİN PUTLAŞTIRILMASI


“Nefsinin arzusunu ilah edinen, Allah’ın; (halini) bildiği için saptırdığı ve
kulağını ve kalbini mühürlediği, gözüne de perde çektiği kimseyi gördün
mü? Şimdi onu Allah’tan başka kim doğru yola eriştirebilir? Hâlâ düşünüp
ibret almayacak mısınız?” (Câsiye, 45/23)
İnsanoğlu yaratılışı itibarıyla dünya nimetlerine meyyaldir. Onun dünyaya ve
dünya nimetlerine meyli, yaşama arzusunun bir gereğidir. Bu itibarla insan, ölümü
arzu etmez. Her insan gibi biz müminler de daha uzun ömürlü olmayı, daha sağlıklı
ve mutlu yaşamayı arzu ederiz. Ancak bu dünyadaki hayatımızın ölümle sınırlı
olduğunu, ölümsüzlüğün ve ebediyetin ancak ahiret hayatında olduğunu biliriz ve
buna inanırız. Ahiret hayatındaki ebedî mutluluğu kazanmamız için dünya hayatındaki
arzu ve isteklerimizin meşru ölçüler dâhilinde sınırlandırılması gerekir. Arzu ve
isteklerin sınırsızlığı insana mutluluk değil, doyumsuzluk ve sonunda huzursuzluk
getirir. Sevgili Peygamberimiz, “İnsanoğlunun bir vadi dolusu altını olsa bir ikincisini
ister; onun (bu ihtirasını) ancak toprak (ölüm) doyurur. Allah, tövbe edenin tövbesini kabul
eder” (Müslim, “Zekât”, 117; hadis no: 2464) buyurarak insanın arzu ve isteklerinin
tükenmeyeceğine; bunun ancak ölümle son bulacağına işaret etmiştir. Bu bakımdan
İslam dinine göre insan arzu ve ihtiraslarının mahkûmu ve esiri olmamalıdır. Arzu
ve isteklerini kontrol altında tutabilmelidir. Mutluluğun yolu da arzu ve isteklerin
kontrol altına alınmasından geçer. “Kanaat tükenmez hazinedir” sözünde olduğu
gibi insan, arzu ve isteklerini kontrol altına alarak arzu ettiğine erişemese de, bulunduğu
hâl üzere mutluluğu yakalayabilir. Mutluluk, insanın insan olması itibarıyla
sınırsız bir özgürlüğünün olmadığını bilmesine bağlıdır.
Nefis ve heva yani arzu ve isteklerin bir disiplin altına alınmadığı, hiçbir değer
tanımadan sorumsuzca yerine getirilmeye çalışıldığı durumda insan, tamamen
bu duyguların ve isteklerin mahkûmu olabilir. Kontrolsüz ve başıboş bir iştah
mahkûmiyeti, gerçekte insanın özgür iradesini arzu ve heveslerine teslim etmesi anlamına
gelir. İşte bu durumda insan, belki de hiç farkında olmadan, âyet-i kerimede
ifade edildiği gibi “nefsinin arzusunu ilah edinen” birisi oluverir. Âyet-i kerimede
nefsî arzularını ilah edinen kimsenin Allah’ı tevhîd etmek hususunda sapıklığa düştüğü
ve buna bağlı olarak da kulaklarının ve kalbinin mühürlendiği, gözlerine de
perde çekildiği belirtilmektedir. Zira Allah’ı tevhîd etmek, O’ndan başkasının ilahlığının
reddedilmesiyle, O’nun emir ve yasaklarını kendi arzu ve heveslerine tercih
etmekle olur. Bir kimse, Allah’ın yegâne yaratıcı olduğunu kabul ettiği halde O’nun
emir ve yasakları konusunda kayıtsız kalırsa bu durum o kimsenin, Allah’ın ilahlığını
tasdik etmekte kusurlu olduğu anlamına gelir. Böyle bir kimse kendi heva ve
hevesini “ilah” edinecek şekilde putlaştırırsa, bununla, kendi sonunu hazırlayarak
gerçeği anlamaya kulaklarını tıkamış, gözlerini ve kalbini kapatmış demektir. Artık
onun zihnini hakikate açma konusunda Allah’tan başka hiçbir kimsenin faydası
beklenemez. Bu durumda Allah’tan ona bir fayda hâsıl olması için; Allah’ın onun
anlayışını düzeltmesi, kalbini hakikate açması ve gözlerindeki perdeyi kaldırması
için, o kimsenin heva ve arzularının mahkûmu olmaktan kendini kurtarmaya gayret
etme iradesini göstermesi ve Allah’a yönelmesi gerekir.
Öyleyse âyetteki “Hâlâ düşünüp ibret almayacak mısınız?!” ikazının dikkate
alınması gerekir. Bu itibarla biz müminler dahi, yaratılışı itibarıyla iyi ve kötüyü
işlemeye yatkın ve muktedir olmamız hasebiyle, arzu ve isteklerimizi putlaştırma
tehlikesine karşı uyanık olmalıyız. Her türlü istek ve iştahımızı bir disiplin içerisinde
kontrol altında tutmalıyız. Bunun yolu, Allah’a yönelerek, O’nun emir ve yasaklarına
riayet etmek suretiyle O’ndan yardım dilemekten geçer. Âyet-i kerimede
ifade edilen kulağın ve kalbin mühürlenmesinin, gözlere perde çekilmesinin kendi
yapıp ettiklerimizle doğrudan ilgili olduğunu unutmamamız gerekir. Arzu, heves ve
ihtiraslarımızın Allah’ın emir ve yasaklarıyla sınırlı olduğunu bilmemiz ve bunlara
riayet etmemiz gerekir. Allah’ın bildirdiği helal ve haramlara, emir ve yasaklara bağlı
kaldığımız ölçüde, hakikati anlama ve uygulama konusunda Allah’ın yardımını ve
yaratmasını hak ederiz. Bunlara kayıtsız kaldığımız ölçüde de duyu organlarımız hakikati
anlama ve uygulama konusunda körelir ve sonuçta duyarsız hâle gelebilirler.

Hiç yorum yok: