Sayfalar

24 Haziran 2013 Pazartesi

ÖNCE TEDBİR, SONRA TEVEKKÜL

ÖNCE TEDBİR,
SONRA TEVEKKÜL


“Sonra da, ‘Ey oğullarım! Bir kapıdan girmeyin, ayrı ayrı kapılardan girin.
Ama Allah’tan gelecek hiçbir şeyi sizden uzaklaştıramam. Hüküm ancak
Allah’ındır. Ben O’na tevekkül ettim. Tevekkül edenler de yalnız O’na
tevekkül etsinler’ dedi.” (Yûsuf, 12/67)
Ayet-i kerimedeki “Hüküm ancak Allah’ındır” cümlesinden de anlaşılacağı gibi
bu âyet yüce Rabbimizin takdirini her şeyin üstünde tutmamız gerektiğini ifade
ediyor. Hayır ve şerrin tamamen Allah’ın takdirinde olduğuna iman etmemizin anlamı
budur aslında. Bu ilâhî takdir, bazen biz kulların irade ve isteği doğrultusunda
tecelli ederken, bazen de bizim irademiz dışında gerçekleşir. Çünkü yüce Allah, bu
ifadeyle kendi mülkünde yegâne söz sahibi olduğunu haber veriyor. İşte bu inanca
sahip olan Yakup peygamber, oğullarını Mısır’a gönderirken bir taraftan başlarına
gelebilecek olası tehlikelere karşı tedbir almaları yönünde tavsiyede bulunuyor, öte
yandan “Ama Allah’tan (gelecek) hiçbir şeyi sizden savamam…” diyerek ilâhî takdire
olan bağlılığını dile getiriyor. ‘Şehre farklı farklı kapılardan girin’ derken yine
de sonunda Allah’ın takdirinin geçerli olacağını, dolayısıyla O’na dayanmaları ve
güvenmeleri gerektiğini hatırlatıyor oğullarına.
Allah’a en yakın insanlar olmalarına karşın peygamberler de dünyada başlarına
gelebilecek tehlikelere karşı birtakım önlemler alma gereği duymuşlardır. Bu
durum, onların Allah’a yeterince güvenmedikleri anlamına gelir mi? Elbette hayır.
Resul-i Ekrem (s.a.s)’in Medine’ye hicretini hatırlayalım. Kendilerini takip eden
Mekke müşriklerine izlerini kaybettirmek için değişik tedbirler almıştı. Gece yola
çıkmayı tercih etmeleri bir yana, Medine istikametine değil de aksi yöndeki Sevr
Dağı tarafına yönelmiş olmaları bunun açık bir göstergesidir. Buradan hareketle
onun ve yol arkadaşı Hz. Ebû Bekir’in ilâhî takdire boyun eğmekten kaçındıklarını
veya Allah’ın yardımına güvenmediklerini söyleyebilir miyiz? Kaldı ki aldıkları tüm
önlemlere rağmen müşrikler izlerini sürmek sûretiyle, üç gün boyunca saklandıkları
Sevr dağındaki mağaranın ağzına kadar dayanmışlardı. Mağaranın kapısına dikilen
düşmanlarının ayaklarını gören Ebû Bekir (r.a.), “Ey Allah’ın Elçisi, eğilip bir baksalar
bizi fark edecekler” diyerek endişesini dile getirmişti. Bunun üzerine tevekkül
Peygamberi Hz. Muhammed (s.a.s) “Üçüncüsü Allah olan iki kişiye ne olur ki?”
diyerek hem yol arkadaşını teselli etmiş hem de Allah’a olan güvenini ortaya koymuştur
(Buhârî, “Fedâilü’l-Ashâb”, 2). Bu tarihî olaydan çıkarmamız gereken en önemli
ders, gerekli tedbirlerimizi aldıktan sonra Allah’a tevekkül etmemiz gerektiğidir. Nitekim
sevgili Peygamberimizin, ‘devemi bağlayarak mı yoksa salıvererek mi Allah’a
tevekkül edeyim’ diye soran bir adama, “Deveni bağla sonra Allah’a tevekkül et (güven)
ve dayan.” (Tirmizî, “Sıfatu’l-Kıyâme”, 60) şeklinde verdiği cevap da tedbiri elden bırakıp
Allah’a dayanmanın doğru bir davranış olmayacağını açıkça ifade etmektedir.
Herhangi bir işte sonuca ulaşmak için gerekli çabayı sarf ettikten sonra o işin neticesi
hakkında Allah’a olan sonsuz güvenimizi ifade eden tevekkül, Allah inancımızın
pratiğe yansımasının somut bir göstergesidir. Gerçekte Allah inancımız, ona olan
güvenimizle doğru orantılıdır, diyebiliriz. Allah’a olan tevekkülümüz hayat boyu
karşılaştığımız çeşitli endişelerimiz esnasında gösterir kendisini. Yukarıda Yakup
peygamber ve Hz. Muhammed’in hayatlarından verdiğimiz örneklerde olduğu gibi,
bazen bizi bekleyen hayatî bir tehlike karşısında, bazen bir sınavı kazanma telaşı
içerisindeyken ve çoğunlukla da rızık endişesi taşırken ümitsizliğe karşı adeta bir
kalkan olur bizim için. Tevekkülde yüce Yaratandan bir beklenti vardır. Ancak bu
bekleyişin, sebeplere sarılmadan, yorulmadan, çaba harcamadan, özveride bulunmadan
gerçekleşmesini ummak tevekkülden öte tembellik olacaktır. Nitekim Allah
Resûlü (s.a.s) biz Müslümanlara, yavrularının geçimi için sabahtan akşama kadar
dolaşan bir kuşun gayretini hatırlatıyor ve şöyle buyuruyor:
“Eğer siz gereği gibi Allah’a güvenip tevekkül etmiş olsaydınız, tıpkı sabahleyin kursakları
boş olarak çıkıp akşam dolu olarak dönen kuşları rızıklandırdığı gibi sizleri de
rızıklandırırdı.” (Tirmizî, “Zühd”, 33)
Birçok peygamberin hayatında, yüce Rabbimize tevekkülümüzü nasıl ifade edeceğimiz
hususunda bizlere rehberlik edecek çok güzel örnekler vardır: Ateşe atıldığı
vakit, hayatının en zor anında Allah’a olan güvenini kaybetmeyen İbrahim Peygamber,
“Hasbünellah ve ni’me’l-vekîl (Allah bana yeter; O, ne güzel vekildir)” demişti.
Aynı duayı Uhud yenilgisi akabinde sevgili Peygamberimiz de ashabıyla yapmıştı.
İnsanlar onlara; “Düşmanınız olan insanlar size karşı bir ordu topladılar, onlardan korkun,
dediler. Bu, onların imanını artırdı da; ‘Allah bize yeter. O ne güzel vekildir’ dediler”
(Buhârî, “Tefsir”, Sure 3/Âl-i İmran, 13).
Bu son örneklerde de gördüğümüz gibi tevekkül, aslında Allah inancımızın en
açık biçimde kendini gösterdiği bir durumdur. Dolayısıyla Allah’a inanıyorsak ona
güvenmeliyiz ve dayanmalıyız. Üzerimize düşenleri yapmak şartıyla hem dünya
hem de ahiret kaygılarımız karşısında Allah’a dayanmalı, aynı zamanda O’nun iradesi
olmadan hiçbir çabamızın sonuç vermeyeceğini de aklımızdan çıkarmamalıyız

17 Haziran 2013 Pazartesi

ÇOCUKLARIMIZLA İMTİHAN EDİLİYORUZ

ÇOCUKLARIMIZLA
İMTİHAN EDİLİYORUZ


“Bilin ki mallarınız ve çoluk çocuğunuz birer deneme aracıdır. Allah
katında ise büyük bir mükâfat vardır.” (Enfâl, 8/28)
Dinimiz İslam şu beş değerin korunmasına büyük önem vermiş, bu maksatla
Kur’an’da ve Sünnet’te birçok hüküm, tâlimat ve tavsiyeye yer verilmiştir. Bu değerler
hayat, din, mal, nesil ve akıldır. Mal ve nesil bir yandan korunması dinin hedefleri
arasına girmiş değerlerdir, diğer yandan da müminler için imtihan araçlarıdır;
müminler bu iki değerli varlıkla ilgili ödev ve sorumlulukları, bunlarla olan ilişkilerinin
kulluklarına müspet veya menfi etkisi bakımlarından sınanacaklar ve sonunda
bu nimetlerin hesabını vereceklerdir. Mal ve servetle ilgili âyetlerde bunların “dünya
hayatının süsü” (Kehf, 18/46) olduğu bildirilmiş, “müminleri, mal ve çocuklarının
Allah’ı anmaktan alıkoymaması istenmiş” (Münâfikûn, 63/9), “eşlerin ve çocukların
bir kısmının insana düşman olabileceği” gerçeği hatırlatılmış, bunun da bir imtihan
aracı olduğu tekrarlanmıştır (Tegâbûn, 64/14-15).
Bu itibarla müminler Allah sevgisi ile servet ve evlât sevgisi arasında gerekli dengeyi
kurmak, bunlara yönelik istek ve menfaatler ile Allah’ın emirleri çatıştığında
O’na itaat etmek durumundadırlar. İnsanın servet ve evlâda düşkünlüğü bazen ilâhî
emirlere uyma konusunda onu zor duruma düşürebilir ama her şeye rağmen Allah’a
itaatte sebat edenler imtihanı kazanmış olacaklardır.
Ayet-i kerimede de görüleceği üzere kişinin sahip olduğu bütün maddî mânevî
imkânlar ve bunlara duyulan bağlılık hissi, onun sınanması için var edilmiştir. Dünya
hayatı, acı–tatlı birçok yönüyle, bizim ebedî âleme geçişimizi sağlayan bir köp-
rüdür. Aynı zamanda bu hayat, birçok imtihanlarla doludur. İmtihan unsurlarından
birisi sayılan çocukların ise, hayatımızda ayrı bir yeri vardır.
Çocuklar, göz aydınlığımız, sevincimiz, ümidimiz olup yaratıcımızın bizlere eşsiz
bir armağanıdır. Onlar, dünya hayatının süsü, neşesi, yarınlarımızın mimarı ve
imtihanımızdır.
Çocuklar, anne için bir imtihandır ki bu imtihan, hamilelik döneminin ilk günlerinden
itibaren başlar. Hemen her anne, kendi ruh dünyasında çocuğun aldığı
havada bile kendi hissesinin olduğu kanaatini taşır. Çünkü yediği bir lokma, içtiği
bir yudum su ikisinin de gıdası olur. Sonraki dönemlerde onu, bazen sırtında, bazen
kucağında çoğunlukla yine anne taşır. Uykusuz kalır onun için. Her an, çocuğumun
başına bir tehlike gelir, diye bin bir türlü endişe içinde yaşar.
Çocuk, Allah’ın bizlere vermiş olduğu bir emanettir. Şayet ona iyi bakar, terbiyesini
iyi verir ve başkalarına faydalı olacak bir insan olarak yetiştirirsek; imtihanı
kazanmış oluruz. Çünkü çocuk bugünün küçüğü, yarının büyüğüdür. Çocuk bir
milletin geleceğidir. Çocuk yarınların teminatıdır, güvencesidir. Annelerin, babaların
gelecekleri iyi ve faydalı çocuk yetiştirmeleri ile teminat altına alınır.
Ayrıca yüce dinimiz İslam, çocuklar hakkında anne–babaya güzel bir isim koyma,
iyi bir eğitim verme ve vakti geldiğinde onun evlenmesine önderlik etme gibi
önemli vazifeler yükler. Bu vazifelerin çok iyi idrak edilmesi gerekir. Çünkü bu vazifeler,
bütün bir hayatı kuşatır. Onun için hekimlerin beşikteki çocuğa gıda takvimi
uyguladıkları gibi, ana ve baba da çocuklarının yaş ve idrak seviyelerine göre hayat
boyu eğitimlerine dikkat etmelidir.
Ayrıca çocuk, daima kendine ideal bir model edinme ihtiyacını hisseder. İşte
ana–baba çocuğun model olarak seçtiği insanlardır. Zaten ileri yaşlarda kendi ailesinde
aradığı ideal modeli bulamayan çocuk, dışa yönelir ki bu da ruh dünyasında
çatışmalara sebep olur. Aradığı ideal modeli ailesinde bulan çocuk ise mutlu ve
huzurlu bir hayat yaşar.
Sözlerimizi başka bir âyet meali ile bitirelim:
“Ey iman edenler! Eşlerinizden ve çocuklarınızdan size düşman olabilecekler vardır.
Onlardan sakının. Ama affeder, hoş görüp vazgeçer ve bağışlarsanız şüphe yok ki Allah çok
bağışlayandır, çok merhamet edendir.” (Teğabûn, 64/14-15)
Demek ki mal ve evlat Allah yolunda değerlendirilebilirse, insan onlar vasıtasıyla
hem dünyasını hem de âhiretini mamur edebilir.

HAYRA KOŞMAK

HAYRA KOŞMAK


“Herkesin yöneldiği bir yön vardır. Haydi, hep hayırlara koşun, yarışın!
Nerede olsanız Allah hepinizi bir araya getirir. Şüphesiz, Allah’ın gücü her
şeye hakkıyla yeter.” (Bakara, 2/148)
Dünyada insanlar bir yarış içindedirler. Bu yarış bazen hayırda, bazen de şerde
olur. Hayırda yarış, sadece para veya malını hayırlı işlere sarf etmek şeklinde anlaşılmamalıdır.
Kişinin kendisine, aile fertlerine, çevresine, ülkesine ve milletine, daha
da öteye giderek tüm insanlığa yaptığı iyilik ve güzellikler de hayırda yarış olarak
telakki edilir. Bu yarışın çeşitli alanları vardır: Bu alanlardan birkaç örnek sunalım:
a) İmanda yarış: İmanın güçlü olması, kalbe yerleşmesi ve onun tadına varabilmek
için yarışmak.
b) İbadetlerde yarış: İbadetlerin zamanında, tam ve eksiksiz olarak yapılması;
riya ve gösterişten, acelecilikten uzak durarak, ibadetin ruhuna uygun olarak ihlâs
ve samimiyetle yapılması.
c) Ahlakta yarış: En güzel ahlaka sahip olmak, tüm kötü huylardan arınmak için
çaba göstermek.
d) İşte yarış: İşini güzel ve mükemmel bir surette yapmak, elinden gelen bütün
hüneri göstermek suretiyle işini sağlam ve zamanında yapmak.
e) İnsanlığa hizmette yarış: İnsanın Allah’ın yarattığı en değerli varlık olduğu gerçeğinden
hareketle, ona değer vermek. İnsanı bir velinimet olarak kabul edip, cinsiyet,
ırk, fakirlik-zenginlik, sosyal statü, kılık-kıyafetine bakmadan ona karşı gereken
ilgi ve alakayı göstermek. Ezilmiş, sahipsiz, yetim ve dul kalmış insanların, ilaç
parası bulamayan, başını sokacak yuva bulamayan kimselerin ellerinden tutmak.
f) Vatana hizmette yarış: Güzel vatanımızın kalkınması, hür ve bağımsız olarak
yaşaması, milletler içinde hak ettiği dereceye ulaşması, ülkenin birlik ve beraberliğinin,
dirlik ve düzeninin korunması için çalışmak. Ülkemizi geri kalmışlıktan
kurtarmak, yer altı ve yer üstü zenginliklerini ülke insanının hizmetine sunmak için
gayret göstermek, iş ve üretim sahaları açmak.
g) Eğitimde yarış: Sahip olduğumuz yavrularımızı çağın en son imkânlarını kullanarak,
gelecek kuşaklara hazırlamak için maddi ve manevi imkânlarını seferber
ederek tarihimizde şerefle yerini alan Biruni, İbn Sina, Gazali, Farabi, İbn Rüşd,
Mevlana, Hacı Bektaşi Veli, Yunus Emre gibi bilim ve irfan adamlarını, keşif ve icatların
öncülerini yetiştirmek için gayret sarf etmek.
h) Üretimde yarış: Azami derecede verimlilik ilkesine riayet ederek arazilerimizi
ihya etmek, bilinçli tarım ve besicilik yapmak, üretim alanlarını çoğaltarak üretimi
artırmak, hizmette kaliteyi artırmak, ihracatı artırarak memleketin kalkınmasına
yardım etmek, bozuk ve kalitesiz mal üretmemek suretiyle güven temin etmek.
Bunları daha da çoğaltmak mümkündür. Başta da ifade ettiğim gibi bu “ayet-i
kerime”yi sadece fitre, zekât, sadaka vermek olarak algılayıp, hayırda yarışı bu kapsamda
değerlendirmek bizi yanıltır. Ayet-i kerime hakkında şunu da ilave etmek
yerinde olacaktır: Müslüman, lüzumsuz ve gereksiz iş ve tartışmalarla uğraşmayacak,
yapması gereken ne ise onu yapacak; sade şekle değil, o şekil içindeki ruha da
bakacaktır.

15 Haziran 2013 Cumartesi

Allah razı olsun

ALLAH RAZI OLSUN.....
Geçtiğimiz  hafta içinde arkadaşlarım geldi.Onlara blogçu arkadaşlarımda aldığım tariflerden yaptım.Sağolsunlar verdikleri tarifler o kadar güzel ve lezzetliymiş ki arkadaşlar benden gittikten sonra bile her yerde yaptığım mamaları anlatmışlar.Anlıycanız şanım yürümüş. Gurur duydum tarif aldığım arakdaşlarımdan..Allah razı olsun.Onların ve tariflerin isimlerini vermeden geçemiycem.Fotğraf çekmeye de fırsatım olmadı maalesef...
 Baharatlı kurabiye tarifiyle  bakirtencerem'e teşekkür ederim.Bundan sonra kesinlikle  fiks tuzlu karabiye tarifim oldu.Sizde bu tarifi merak ediyorsanız mutlaka bakirtencerem' e uğrayın derim.Misafirlerim bayıldılar.kaç kişiye tarif vermek zorunda kaldım.Bir de değişiklik yaptım çörekotu yerine susam koydum harika oldu Allah'ın izniyle.
  Birde incirli muhallebili tatlı yaptım .Bu tatlının tarifini de ugurbocegimmutfagi'ndan almıştım.Allah razı olsun çok güzel bir tarifmiş  parmaklarımızı yedik resmen.ugurbocegimmutfaginda 'a da çok teşekkür ederim.İnsanın böyle marifetli dostlarının olması ne iyiymiş.Bu tatlıyı da merak  ediyorsanız mutlaka ugurbocegimmutfagi'a mutlaka uğrayın derim.


Allah razı olsun....Selametle kalın....

13 Haziran 2013 Perşembe

DUALARIM






YA RABBI!Ya Rabbi! Seni tarif etmektedir bütün güzel isimler
Sen güzel isimlerini asikar etmezsen ruhum karanlikta kalir
Esmaül Hünsa’na sahit yaz beniALLAH(cc)!
Sensin Allah(cc) sanadir kullugum
Sendedir çarem seninledir varligim
Seni arar ruhum seni anar kalbim
Baskasina degil sana muhtacim
Baskasini degil seni çagiririm
Baskasi yaratilmistir sen yaradansin
Baskasi devamsizdir sen daimsin ve daim eyleyensin
Baskalari muhtaçtir sen ihtiyaçsizsin ihtiyaçlari görensin
Baska ilah yok sen Allah(cc)’sin
Sen ki esi benzeri olmayansin
Sen ki bütün eksiksiz sifatlarin sahibisin
Cemaline çevir yüzümü baskasina ragbet ettirme kalbimi

Ya Rahman!
Sen öyle rahmet edersin ki rahmetinin bir cilvesi cennetim olur
Rahmetinden bir parilti sonsuz mutlulugumdur
Rahmetinin bir damlasi herkesin rizkina kefil olur
Su çorak gönlüme merhametini indir
Su fani ömrümü sonsuzluga eristir


Ya Rahim!
Öylesine rahimsin ki kulagini sözüme muhatap eylersin
Aklima vahyinle tenezzül edersin
Öylesine Rahimsin ki istendiginde zaten verirsin
Istenmediginde de lütfedersin
Öylesine Rahimsin ki hak edene hepten verirsin
Hak etmeyene bile çok bahsedersin
Öyle Rahimsin ki dünyayi bu kadar güzel eylersin
Ahireti ondan daha güzel eylersin
Ya Rabbi! Korkudan emin eyle beni
Yüzünden azad eyle kalbimi
Atesten uzak eyle beni
Hicrana düsürme kalbimi
Rahmetinin rahmine al beni
Merhametinin kucagina al kalbimi

10 Haziran 2013 Pazartesi

KUL HAKKI

KUL HAKKI


Artık kim zerre ağırlığınca bir hayır işlerse, onun mükâfatını görecektir.
Kim de zerre ağırlığınca bir kötülük işlerse, onun cezasını görecektir.”
(Zilzâl, 99/7-8)
Yüce dinimize göre yerine getirmekle yükümlü olduğumuz hakları genel olarak,
Allah’ın hakları ve kulların hakları olarak iki kısımda ele alabiliriz. Allah’ın haklarını,
O’nun emir ve yasaklarına saygı göstermek ve yapılması emredilen ibadetleri
yapmak, zekât, fıtır sadakası, kurban ve kefaretler şeklinde sayabiliriz. Bütün bunlar
aynı zamanda kamu yarar ve düzeni ile ilgili konulardandır.
Kul hakkı denince de hayatın her alanını kapsayan birbirimize karşı sorumlu olduğumuz
haklar anlaşılmaktadır Bu hak, daha çok insanların canları, bedenleri, ırz
ve namusları, manevi şahsiyetleri, makam ve mevkileri, dinî inanç ve yaşayışları gibi
konulardaki kişilik haklarıyla, mallarına ve aile fertlerine ilişkin haklardan oluşmaktadır.
Yüce Rabbimizin kişilere ait kıldığı menfaatler de kul hakkına girmektedir.
İnsanın her ne şekilde olursa olsun kendine ait olmayan bir şeyi meşru olmayan
yoldan elde etmesi, kul hakkına girmektedir. Bu tür kazançlar dinimizde haram olarak
tanımlanmıştır. Kul hakkı daha çok beşerî münasebetlerde dinimizin koyduğu
ölçülere uymamak sonucu oluşur. Bunlar hırsızlık, yalan, sözünde durmamak, çeşitli
yollarla insanların işlerini zora sokmak ve çeşitli şekilde insanları aldatarak elde
edilen kazançlardır. Bir de kul hakkının sırf manevi olanı vardır ki, bu da insanların
manevi şahsiyetlerine saygısızlık etmekle başlar. Toplumda, kul haklarının daha çok
bilinen şekli ise maddi olanıdır.
Kul hakkı ifadesi insan hakları tabirinden daha geniş ve dinî bir içeriğe sahiptir.
Kur’an’ın geneline baktığımızda birçok ayetinde ya adaletten ya hak kavramından
ya da bunları temin etmek üzere konulan ölçülerle karşılaşılır. Kullar arasındaki
adalet esaslarını tespit eden birçok ayetten sonra, “İşte bu Allah’ın hudududur/ölçüsüdür,
onu çiğnemeyin” (Maide, 5/87; mealinde ilâhî ikazlar gelir. Demek ki, kul hakkını
çiğnemek, Allah’ın hududunu çiğnemektir. Yaptığımız her ibadet bizi kul hakkından
korkma ve o konuda dikkatli olma seferberliğine itmelidir. Bir kimseden haksız
olarak alınan bir kuruşu sahibine geri vermenin, yüzlerle lira sadakadan kat kat
daha sevap olduğunu unutmayalım.
Peygamberimizin kul hakkıyla ilgi olarak söylemiş olduğu şu uyarıları dikkate
alalım:
“Bir kimsenin diğer bir kimsenin haysiyetine yahut malına tecavüzden dolayı üzerinde
bir hak bulunursa, altın ve gümüşün geçmediği hesap günü gelmeden helalleşsin. Aksi takdirde,
yaptığı haksızlık ölçüsünde, iyi amellerinden alınıp hak sahibine verilir. İyiliği yoksa
hak sahibinin günahından alınıp haksızlık eden kimseye yüklenir.” (Buharî, “Mezâlim”, 10)
“Kibri, hıyaneti ve kul borcu olmayan mümin, Cennet’e girer.” (Tirmizî, “Siyer”, 21,
1572-1573)
Bu uyarılar ışığında kul hakkının Allah’ın hakkından önce geldiğini söyleyebiliriz.
Çünkü ahiretteki hesaplaşmada kullar haklarından vazgeçmedikçe Allah hak
çiğneyeni affetmeyeceği gibi, bu hak tövbe ile de affedilmemektedir. Öyleyse, Allah’a
karşı görevlerimizin yanı sıra insanlara karşı sorumluluklarımızı iyi bilmeli, özellikle
de kul hakkına karşı oldukça duyarlı olmalıyız.
Kul hakkı konusunda Hz. Peygamber (s.a.s)’in şu uyarısı bizleri düşündürmelidir:
“Müflis kimdir biliyor musunuz? Ümmetimden müflis kişi, kıyamet günü namaz, oruç,
zekât gibi ibadetlerle geldiği halde; aynı zamanda birisine kötü söz söylemiş, birine iftirada
bulunmuş, bir başkasının malını yemiş, başka birini dövmüş veya öldürmüş olarak Allah
huzuruna gelen ve yaptığı ibadetlerin sevabı bu kişilere dağıtıldıktan sonra bile hak sahiplerinin
alacakları bitmediği için sevapları biten ve onların da günahlarını üzerine alarak
cehenneme giden kişidir.” (Buharî, “Edeb”, 102) buyurur.
Peygamberimiz, vefatından birkaç gün önce, ashabına; “Benim üzerimde kimin
hakkı varsa gelsin, hakkını benden alsın ve helalleşelim.” buyurarak kul hakkıyla ilgili
sözlerinin yanında bizzat davranışıyla da bizlere örnek olmuştur.
O hâlde, başkalarıyla bir arada yaşamamızın bir gereği olarak, herkesin hakkına
saygı göstermeliyiz. Kimsenin canına, malına, ırzına ve namusuna zarar vermemeliyiz.
Eğer zarar vermişsek, hak sahipleri ile helâlleşmeli, zarar maddî ise onun karşılığını
ödemeye çalışmalıyız.

7 Haziran 2013 Cuma

ŞİİR GİBİ

SELAMÜN ALEYKÜM...

Geçen  akşam otururken önceki aylar da değerli blogger arkadaşım  incinincevheri'inden gelen kitapların içinde (İnci Hanım'ın  eşi Mehmet Beyazıt Bey'in) Şiir Gibi kitabını okudum bir çırpıda.Bir çırpıda derken o kadar duru ve samimi bir dille yazılmış ki kitap çok hoşuma gitti bitirene kadar kalkamadım.Burada da en beğendiğim şiirini paylaşmak istedim.İznini alarak tabii.Ayrıca kitabın sonunda kızına yazdığı mektuplardan çok etkilendim.Özellikle de iki çeşmenin anlatıldığı hikayeye bayıldım.Sanırım çok şeyler buldum bu şiir de. Kendi hayatıma  ve kızımın hayatına dair.İçimdeki duyguları anlatmam mümkün değil  tarifsiz çünkü...
Rabbim cümlemizin yar ve yardımcısı olsun..


SENDEN GAYRISINA TÖVBE
Nasıl çıkacağım ben senin huzuruna
''Seni bir bütün olarak yaratmıştım''
demez misin bana
''hani nerede bu bedenin yüreği
onu ne yaptın
ben ki;
elini ayağını,
gözünü kulağını,
ruhunun aklını
senin için yarattım da
bir yüreğini kendim için yarattım
bir onda yazılı benim adım.
bana ait olana ne yaptın?''
demez misin?...
acze düştüm rabbim yanıldım,aldandım
bir dokunuşa, bir gülümsemeye kandım
nefsin tuzağına düştüm,anlayamadım
şimd, yüreğimi avuçlarımın içine aldım
gözyaşıyla yıkayıp edep örsüne yatırdım
erkan çekiciyle dövüyorum
ve senden sana sığınıyorum

affet Allah'ım
sen en büyük affedicisin
affetmeyi en çok sevensin
ve sen ki;va'adine muhalefet etmeyensin..

senden gayrısına tövbe Allah'ım...

yanıldığımda, aldandığımda ayıktır
nefsime karşı zafer,
acze düştüğümde güç ver...

senin adınla  mühürlü yüreği
senden gayrısına kapat Allah'ım ...

affet Allah'ım
affet Allah'ım
affet Allah'ım...

Mehmet Beyazıt



Selam ve saygıyla.....

6 Haziran 2013 Perşembe

EY AHALİİİİİİİİİİİİİİİİ.........

DUYDUK DUYMADIK DEMEYİN..................

Sevgili Can Değmesin Yağlı Boya blogunun sahibesi Sevgi hanım inanılmaz güzel  veher zaman ki gibi anlamlı bir etkinlik yapmış Allah razı olsun Ondan..Kısaca tanıtımını aşağıda yapıcam ama etkinliğin aslını degmesinyagliboya.blogspot.com dan bakabilirsiniz.


Selamunaleykum sevgili kardeslerim..

Kadinlarimizi ve daha cok annelerimizi bilgilendirmek ve butun anne ve kadinlardan evvela ben bilgilenmek aile bireylerini bu yonde suurlandirmak adina faydali olacagina  inandigim bir kitabi tanitmak istiyorum..

Mahrem Cevaplar isimli kitap hakkinda yayinlanan İKRA-KULTUR VE RAHMET DERNEGI resmi sitesinden asagidaki satirlar oldukca aydinlatici olan bu kitabin tanitimi yer aliyor..

Mahrem Cevaplar, Nureddin Yıldız'ın bu yıl içinde yayınlanan son kitabı. Kitap, biri kadın-erkek ilişkileri üzerine sorulan sorular, diğeri de 'sorulması gereken sorular' olmak üzere iki bölümden oluşuyor.

    Kitap, belli bir dönem içinde doğrudan Nureddin Yıldız'a sorulan; Evlilik öncesi tanışma ve konuşma, Eş seçimi ve nişanlılık dönemi, İstihare, Nişanlılıkta sınırlar, Düğün ve düğün salonu tercihleri, Birlikte yaşamak, ayrı eve çıkmak, Tesettürün ölçüsü, Makyaj ve pantolon meselesi, Yatak odası sınırları ve oral ilişki, kürtaj ve tüp bebek meselesi gibi onlarca farklı konuda sorulan sorulara verilen ayrıntılı cevapları ihtiva ediyor.

    Sorulan soruların ciddi bir kısmı kadim fıkıh kitaplarının yazıldığı dönemlerde ortaya çıkmamış olan güncel sorunlardan oluşuyor. Nureddin Yıldız, doğrudan kendi yorumlarını okuyucuya aktarmaya yaslanmadan Kur'an ve Sünnet merkezinde çağımızın bu güncel problemlerine ışık tutmaya gayret ediyor.

    Sağlıklı evliliklerin kurulması ve cennet meyvesi çocuklarımızın aile içerisinde oluşturulacak bir İslam ikliminde yetişen davanın yeni ışkınları olması için Mahrem Cevaplar, hem evlilik arifesinde olan kadın-erkek tüm gençlerin hem de evliliğini sürdüren Müslüman kardeşlerin muhakkak okumaları, görmeleri gereken bir eser.

    Ümidimiz odur ki, yeryüzünde Müslümanlara ait her ev Nebi'nin evi gibi olsun. Yetişen çocukların tamamı, Hasan ve Hüseyin efendiler gibi olsun.

Bu guzel kitabin her evde olmasi gerektigini dusunuyorum ve elimden geldigince de burada (Yunanistan)da yasayan din kardeslerime bizzat bir sekilde ulasmasini arzu ediyorum..elbet tavsiye edilince siparisi verilip sahip olunur ama eline vererek hediye etmek o kitabin okunmasini nerdeyse 100% garanti kiliyor..

Bu sebeple sevgili kardeslerim HEADER veya LOGO tasarimi yaptirmayi dusunen siz kardeslerime EN MAKUL VE HEADER TASARIMINA TALEP EDILEN UCRETIN YARISI olan bu kitap karsiliginda RAMAZAN ayina kadar her hangi baska bir ucret talep etmeden HEADER'lerinizi tasarlamak isterim..

Daha resmi ve daha ozenli bir dille demek istedigim sudur dostlar :)

Header siparisi vermek isteyenlerin dikkati rica olunur :)


Sevgili kardeslerim,header siparisi vermeyi dusunen siz dostlarimdan tarafimdan her hangi bir ucret yerine yakin cevremdeki bayan kardeslerime hediye edilmek bilgilendirmek ilimlerini artirarak daha iyi bir es daha bilincli mumin bir kadin olmalarina insallah vesile olacak asagidaki kitap karsiliginda tasarlacagimi bildirmek istiyorum..
Buyuk bir sevincle ustelik..
Dolayisiyla kardeslerim yeni bir headere sahip olmak ve bu vesile ile de bir kardesine isik verip yol gosterebilecek bu kitabi hediye etmek isteyenlerden isen:
YAZ BANA 

SELAMÜN ALEYKÜM

SELAMLAŞMANIN ÖNEMİ

“Size bir selam verildiği zaman, ondan daha güzeliyle veya aynı selamla
karşılık verin. Şüphesiz Allah, her şeyin hesabını gereği gibi yapandır.”
(Nisa, 4/86)

Selam, bir Müslüman’ın diğer Müslüman kardeşi için hayır temennisinde bulunmasıdır.
“Selam” kelimesi Kur’an-ı Kerim’de 33 defa geçer. Allah Teala’nın güzel
isimlerinden biri de es-Selam’dır. Allah’ın sıfatı olarak Selam; insanlara ârız olan
ayıp, kusur, eksiklik, âfet, hastalık, acizlik, ölüm vb. şeylerden berî olan; yaratıklarını
âfet ve belalardan kurtaran, zulmetmeyen, güven arayanları güvene erdiren
demektir. “O, selamdır, mü’mindir, müheymindir” (Haşr, 59/23).
Selâm vermek, karşıdaki kişi ile ilgi kurmak ve ona güven vermektir. Mü’minler
karşılaştıklarında, “es-selâmü aleyküm” veya “selamun aleyküm” cümleleriyle aynı
zamanda birbirlerine dua ederler. Birisi bize selam verdiğinde biz, ondan daha güzel
bir şekilde onun selamına karşılık vereceğiz veya aynı ile mukabele edeceğiz. Çünkü
ayet-i kerimede Rabbimiz; “Size bir selâm verildiği zaman, ondan daha güzeliyle veya
aynı selamla karşılık verin” buyurmaktadır (Nisâ, 4/86).
Konu ile ilgili diğer bazı ayetlerde mealen şöyle buyurulmaktadır:
“Sabretmenize karşılık selam sizlere. Dünya yurdunun sonucu (olan cennet) ne güzeldir!”
(Ra’d, 13/24); “Cennetliklere, ‘selam olsun size!’ diye seslenirler” (A’râf, 7/46); “Rablerine
karşı gelmekten sakınanlar da grup grup cennete sevk edilirler. Cennete vardıklarında
oranın kapıları açılır ve cennet bekçileri onlara şöyle der: ‘Size selam olsun! Tertemiz
oldunuz. Haydi, ebedî kalmak üzere buraya girin” (Zümer, 39/73). Cennetin bir adı da
Daru’s-Selâm’dır (barış ve esenlik yurdu demektir); “Rableri katında selam yurdu (cennet)
onlarındır” (En’âm, 6/127). “Allah (kullarını bu güzel selam/)esenlik yurduna çağırır”
(Yûnus, 10/25).
Ayet meallerinden de anlaşılacağı üzere yüce Allah müminlerin birbirleriyle selamlaşmalarını
istemektedir: Müslümanlar birbirleriyle karşılaştıkları zaman, karşı-
lıklı olarak birbirlerine sağlık ve esenlik dileklerinde bulunacaklar. Yani biri diğerine
“Selâmün aleyküm” veya “es-Selâmü Aleyküm” (Selâm sizin üzerinize olsun, Allah
sizi her türlü kazâdan ve beladan korusun!) diyecek; diğeri de; “ve aleykümü’sselâm”
veya “ve aleykümü’s-selâm ve rahmetullah” yahut da “ve aleykümü’s-selâm
ve rahmetullahi ve berekatüh” (Allah’ın selâmı, rahmet ve bereketi sizin de üzerinize
olsun!) şeklinde cevap verecektir.
Selâm vermek sünnet, almak ise farzdır. Sünnete uygun olan, yürüyenin oturana,
binekte olanın (bir araçla hareket hâlinde olanın) yayaya, sayıca az olanın çok olana,
arkadan gelenlerin öndekilere, küçüğün büyüğe selam vermesidir (Bk. Buharî, “İsti’zan”,
5-7; Müslim, “Selam”, 1). İki kişi birbirinden veya bir kişi gruptan ayrılırken selâm vermesi
tavsiye edilmiştir (Bk. Ebu Dâvûd, “Edeb”, 139). Bu itibarla, gerek bir araya geldiğimizde
gerekse birbirimizden ayrıldığımızda selam vermeyi ihmal etmemeliyiz. Topluluğa
verildiğinde, grubun içinden bir kişinin selamı alması yeterlidir. Verilen selama
hiç kimse karşılık vermeyecek olursa o topluluktaki herkes sorumlu/günahkâr
olur. Uygun olmayan ortamda verilen selamın alınmamasında ise bir vebal yoktur.
Mektupla veya mesajla selam verildiğinde cevabî yazıda “ve aleyke’s-selam” veya
“ve aleykümü’s-selam” ifadesi ile ya da aynı ifade ile selama karşılık verilir. Bir kimseden
selam getirildiğinde de; “aleyke ve aleyhi’s-selam!” şeklinde cevap verilebilir.
Yemek yiyene, Kur’an okuyana, ibadet yapana, (namaz kılana, abdest alana, o
esnada) selam verilmediği gibi, hutbe okunurken, ezan ve kamet esnasında da selam
verilmez. Tuvalet ve banyo gibi yerlerde bulunan kimselere de selam verilmez.
Ayrıca haram fiili işleyen kişiye de o esnada selam verilmez.
Kişi aile fertlerine veya bir eve girdiğinde selam vermeyi ihmal etmemelidir. Zira
yüce Allah şöyle buyuruyor:
“Ey iman edenler! Kendi evlerinizden başka evlere, geldiğinizi hissettirip (izin alıp)
ev sahiplerine selam vermeden girmeyin. Bu davranış sizin için daha hayırlıdır. Düşünüp
anlayasınız diye size böyle öğüt veriliyor.” (Nûr, 24/27)
Hz. Peygamber, yanında büyüyen Hz. Enes’e; “Evladım! Ailenin yanına girdiğinde
selâm ver ki, sana ve ev halkına bereket olsun” buyurmuştur (Tirmizî, “İstizân”, 20).
Selamlaşmanın önemini belirten hadis-i şeriflerin birkaçı ise şöyledir:
Ebû Hüreyre (r.a)’den rivayet edildiğine göre, Hz. Peygamber (s.a.s) Efendimiz
şöyle buyurdu:
“Siz, iman etmedikçe cennete giremezsiniz; birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş olamazsınız.
Yaptığınız zaman birbirinizi seveceğiniz bir şey söyleyeyim mi? Aranızda selâmı
yayınız.” (Müslim, “Îmân”, 93)
Abdullah b. Selâm (r.a.)’ın rivayet ettiği hadis-i şerifte de Peygamberimiz (s.a.s)
321
şöyle buyurmuştur:
“Ey insanlar! Selâmı yayınız, yemek yediriniz, akrabalarınızla alâkanızı ve onlara
yardımınızı devam ettiriniz. İnsanlar uyurken siz namaz kılınız. Bu sayede selâmetle/
esenlikle cennete girersiniz.” (Tirmizî, “Kıyâmet”, 42)
Gerek âyet ve gerekse hadîslerden anlaşıldığına göre selâmı yaymak, insanlar
arasında sevgi, saygı, dostluk ve barışın yaygınlaştırılması, mümin kalplerin birbirine
ısınması bakımından büyük önem arz etmektedir. O halde aile bireyleri, arkadaş,
dost, tanıdık veya tanımadık kısaca bütün Müslümanlarla sevgi, saygı ve samimiyet
duygularının geliştirilebilmesi için, karşılıklı olarak selam verelim ve alalım.

3 Haziran 2013 Pazartesi

DUA DİLENCİSİ

ÇOK ÜZGÜNÜM.....

DUA VE DESTEĞİNİZE İHTİYACIM VAR :(
DUA VE DESTEĞİNİZİ EKSİK ETMEYİN BU ACİZ KULDAN......

1 Haziran 2013 Cumartesi

KÖTÜLÜKLERDEN UZAKLAŞMAK CENNETE GİRME VESİLESİDİR

KÖTÜLÜKLERDEN UZAKLAŞMAK
CENNETE GİRME VESİLESİDİR


“Kim azgınlık eder ve dünya hayatını tercih ederse, şüphesiz, cehennem
onun sığınağıdır. Kim de, Rabbinin huzurunda duracağından korkar ve
nefsini arzularından alıkoyarsa, şüphesiz, cennet onun sığınağıdır.” (Nâzi’ât,
79/37-41)
Zikrettiğimiz ayetlerde Rabbimiz, kıyamet gününde iki insan tipinden bahsediyor.
Mutlular ve bedbahtlar. Dünyayı âhirete tercih edip kendini müstağni hisseden,
plan ve programını sadece dünyaya göre yapan, ahiret diye bir derdi olmayan; ömrünü
inkâr, isyan ve taşkınlıkla geçirerek tövbe ve iman etmeden Allah’ın huzuruna
çıkanlar bedbahtlardır. Bu gibi kimseler, yaratılış gayesinden uzak, sadece bu
dünyaya yönelik yaşarlar. Onların varacağı yer Kur’an’ın ifadesiyle cehennemdir.
Ancak Rabbinin huzurunda hesap vereceğine inanıp Allah karşısında kötü duruma
düşmekten, O’nun huzuruna günahkâr olarak çıkmaktan korkanlar, düşünce, eylem
ve planlarında Allah’ı hesap ederek kendini boş şeylerden uzak tutup nefislerini
kötülüklerden arındıranlar ise, bahtiyar kimselerdir ve onların varacağı yer de yine
Kur’an’ın ifadesiyle cennettir.
Rabbimiz bizlere müminin hayatında nelere önem vermesi gerektiğini bildirmiş,
hesap günündeki ceza ve mükâfatın ölçüsünü açıklamıştır. Rabbimizin rızasına
ve lütfuna nail olabilmek için dünyadaki sorumluluklarımızın bilincinde olmalıyız.
Ona göre bir hayat tarzı yaşamalıyız. Henüz dünyada iken, elimizde imkân ve fırsatlar
varken, kendi muhasebemizi yapmalıyız. Yüce Allah’ın bizi daima gözettiğinin
bilincinde olmalı ve buna göre hayatımıza çeki düzen vermeliyiz. Müminin Allah’a
olan inancı ve sevgisi onu kötü bir iş yapmaktan ve nefsinin aşırı isteklerine boyun
eğmekten alıkoymalıdır. Mümin kimse, Allah’a ve kullarına karşı sorumluluklarını
bilerek ona göre yaşamalıdır. Şayet mümin, bu hassasiyetle yaşarsa, dünyada mutlu
olduğu gibi ahirette de Cennete girmeye hak kazanır. Kişinin, günaha düşmekten
kendini koruyup iyiliklere ciddiyetle yönelebilmesi için, Allah’a inancının tam olması,
O’nun emirlerine muhalefet etmekten korkması, O’nu sevmesi ve nimetlerini
ümit etmesi gerekir. İnsan bu inanç ve yaklaşımıyla Rabbinin vaat etmiş olduğu
cennete, ebedî huzur ve mutluluğa, bitmez tükenmez nimetlere ulaşır.
İnsan lehinde ve aleyhinde olan hususları iyi bilmelidir. Şu iki şey, insanın düşmanıdır:
Nefsî arzular ve sonu olmayan emel. Nefsî arzulara uyarak onların peşi sıra
koşmak, hakkı görüp ona tabi olmaya engeldir. Sonu olmayan emel ise, kişiye ahiret
hayatını unutturur. Dolayısıyla ölüm, insanı gafil avlar ve kişinin çalışma zamanı
bittiğinden yapabileceği bir şey kalmaz. Ebedî hayatta mutlu olabilmemizin yolu,
dünyada iken Allah Teala’yı razı edecek bir hayat sürdürmemize bağlıdır. Bugün ne
isek yarın da oyuz. O halde ölmeden nefis muhasebesi yapmalıyız. Allah bizi hesaba
çekmeden önce biz nefsimizi hesaba çekmeliyiz.
Acaba bu gün ölürsek hâlimiz nice olur? Allah’ın hoşnut olacağı bir hayat yaşıyor
muyuz? Allah için ne yapıyoruz? gibi sorularla kendimizi her zaman yoklamalı,
iman ve ibadetle bir hayat sürmeyi ve son nefesimizde iman üzere ölmeyi Allah’tan
istemeliyiz. Zira yüce Rabbimiz Kur’an’da bizlere Müslüman olarak can vermeyi
dilememizi öğütlemektedir:
“Benim canımı Müslüman olarak al ve beni iyilere kat.” (Yûsuf, 12/101)
“Rabbimiz! Günahlarımızı bağışla, kötülüklerimizi ört, canımızı iyilerle beraber al.”
(Âl-i İmrân, 3/193)
O halde biz de yaşayışımızda aynı istikamette çalışmalı ve Rabbimize dua etmeliyiz:
“Allah’ım bizim canımızı Müslüman olarak al, bizi senin katında iyi olan kullarından
kıl, onların işlediği yararlı işleri işlemeye bizi de muvaffak kıl, onların ölmeleri
gibi ölmeyi ve onların derecelerine nail olmayı bize nasip eyle.” Âmin!