Sayfalar

30 Mayıs 2013 Perşembe

SEVDİKLERİNİZİ KARANTİNAYA ALIN

SALGINLAR

     Hayatımıza öyle salgın hastalıklar girdi ki;şaşırıp kalıyorum.Dönüp baktığım da bu hastalıkları kimi  zaman kendimin,kimi zaman sevdiklerimin, kimi zaman çevremdeki insanların,kimi zaman da  içinde bulunduğum toplumun çok ağır bedeller ödeyerek  geçirdiğimizi görüyorum.Bu salgın hastalığın yayılma kaynağı kara kutu dediğimiz televizyon.Ne zaman bir rahatsızlık hissetsem kaynağın kara kutu olduğunu görüyorum.Ama salgın dediğime bakmayın salgınlar geçicidir ama bu hastalıklar geçmiyor.Sürekli hayatımıza giriyor ve asla geçmiyor.Bizimle kalıyor.

    Nedir bu salgın hastalıklar?

     Bir dönem taciz, tecavüz salgını idi.Kara kutudan bangır bangır taciz ve tecavüz haberleri verilmeye başlandı.Bu haberlerle birlikte gittikçe çoğalan taciz ve tecavüzler…Ve bu tecavüzleri öyle bir hale getirdiler ki kimin kime bunu yapabileceği akıl sınırlarımızı bile aştı.Artık kimseye(Bu o kadar geniş bir kimse kitlesi ki en yakınlarımızdan başladı)güvenemez olduk.Bu salgın bizi çok sarstı salladı.Ama hala geçmedi..

     Bir dönem boşanma  salgını…Yine kara kutu …Yine haberler ve kadın programları.Bu programların salgını yaymakta en büyük görevi kadınları özgürleştirmek adına kışkırtarak sabırsızlık ve şükürsüzlük mübtelasına  bulaştırmak…Neden çekeceksin,neden sabredeceksin,kendi ayaklarının üzerinde durabilirsin, sen hürsün istediğini yapabilirsin,çocuğunu yalnız da büyütebilirsin gibi söylemlerle hastalığa destek verdiler.Kadınlar güya güçlendi bilinçlendi akıllandı.Ve pıtır pıtır boşanma davaları katlandı da katlandı….Yeni evlenen iki üç aylık çiftlerin boşanmalarına, yirmi beş,otuz yıllık evliler  de dahil oldu.Çocuklar da kavgasız ortamlara kavuştu güya…Sonra mı….. Ateşler düşmedi cinnet geçiren babalar ve sokaklarda kadın cinayetleri…gün geçmiyorki bu haberler olmadan haberler es geçsin. Boşanma salgını bize çok pahalıya maloldu.Anneler  sokaklar da öldürülürken  kavgasız ortamlar da büyüyecek olan çocuklar orta da kaldı.

  Ve cinayet salgını…Kızlar annelerini,babalar evlatlarını,kocalar karılarını,öğrenciler öğretmenlerini,aşıklar birbirlerini,hastalar doktorlarını katleder  oldular.Resmen katlettiler.Ellerinde silahlar, bıçaklar ortalıklarda kan gövdeyi götürdü.Canı verenin kim olduğunu unutup kendilerince sahiplendikleri canları kıyasıya almaya kalktılar.Kara kutu katleden ve katledilenlerin haberini en baş haber olarak verdi.Adeta kara kutudan kan damlaları sıçradı evlerimize, ailelerimize,içimize…

  Hiç bitmeyen trafik canavarının yol açtığı salgın…Yolların hakimleri(kendilerince),asfaltı ağlatanlar,sarhoş şoförler uykulu sürücüler bir sürü masumun canına ,hayatına kıydılar.Ah kara kutu ahhh…..
 
  Saymakla bitmeyen o kadar çok salgın var  ki bunlar sadece birkaçı

   Yangın yeri kara kutu…

    Bu salgın yangınını söndürmeli… Kara kutunun yangınından kurtulmalı… İnsanımız Ümmet olduğunu Müslüman olduğunu hatırlamalı.Müminliğini unutmamalı… Ümmet kendine gelmeli…Yaradan’a sığınıp salgınlardan korunmak için elinden geleni yapmalı.Salgınların mikroplarına karşı savunma hazırlamalı…

  Rabbim bizleri  ve mümin’leri kara kutunun salgınlarından korusun…

   Dua ve sevgiyle kalın…..

28 Mayıs 2013 Salı

RABBİNİZE TÖVBE EDİN

RABBİNİZE TÖVBE EDİN VE
O’NDAN BAĞIŞLANMA DİLEYİN



“Rabbinizden bağışlanma dileyin, sonra O’na tövbe edin. Şüphesiz Rabbim
çok merhametlidir, çok sevendir.” (Hûd, 11/90)
Rabbimiz, bizi en güzel şekilde yaratmış ve bizden de kendisine kullukta bulunmamızı
istemiştir. Ancak bizler insan olmamız nedeniyle zaman zaman Rabbimize
kullukta kusur eder ve yanlışlıklar yaparız. Çünkü biz insanlar iyilik yapmaya
da kötülük yapmaya da mütemayil bir yapıdayız. Bu yapımız gereği zaman zaman
unutur, yanılır ve hata edebiliriz. Ancak bize düşen, “Rabbinizden bağışlanma dileyin,
sonra O’na tövbe edin.” emrini dikkate alarak hatada ve günahta ısrar etmemek
ve O’ndan bağışlanma dilemektir.
Yüce Rabbimiz bizlere olan rahmeti, acıması ve sevgisinin sonucu olarak bizleri
hemen cezalandırmamakta, tövbe etmemiz için zaman tanımaktadır. Hatta günah
işlediğimizde nasıl davranmamız gerektiğini ve günahta ısrar etmememizi bizlere
öğütlemektedir. Bu konuda bir ayet-i kerimede şöyle buyurmaktadır:
“Yine onlar, çirkin bir iş yaptıkları yahut nefislerine zulmettikleri zaman Allah’ı
hatırlayıp hemen günahlarının bağışlanmasını isteyenler -ki Allah’tan başka günahları
kim bağışlar- ve bile bile, işledikleri (günah) üzerinde ısrar etmeyenlerdir. İşte onların
mükâfatı Rab’leri tarafından bağışlanma ve içinden ırmaklar akan cennetlerdir ki orada
ebedî kalacaklardır. (Allah yolunda) çalışanların mükâfatı ne güzeldir!” (Âl-i İmran,
3/135-136)
Bu konuda örneğimiz, ilk insan ve ilk peygamber olan Âdem (a.s) olmalıdır.
Çünkü o da yüce Rabbimizin, “şu ağaca yaklaşmayın” emrini unutmuş ama peşinden
hemen tövbe etmiş ve yüce Allah da tövbesini kabul etmiştir (Bakara, 2/35,
37). İlk insan olan Âdem (a.s)’in bu yanılmasından dolayı “ilk unutan ilk insandır”
denilmiştir. Öyleyse biz de unutabiliriz, yanılabiliriz. Ama tövbe ettiğimizde affedileceğimizi
aklımızdan çıkarmamalıyız. Kullarına sonsuz rahmet eden ve tövbe
kapısını sonuna kadar açık tutan Rabbimiz, biz kullarının tövbe etmesi ve bağışlan-
ma dilemesiyle “vedud” “çok seven” sıfatı gereği çok sevinir. Allah’ın biz kullarının
tövbesinden hoşnut olacağı bir hadis-i şerifte şöyle açıklanmaktadır:
“Allah (c.c), sizden birinizin tövbe etmesiyle o kimsenin yitiğini bulduğu zamanki
sevinmesinden daha çok sevinir.” (İbn Mâce, “Zühd”, 30)
İşte bu hadis-i şerifte de belirtildiği gibi günahlarımıza tövbe etmeli, O’ndan
bağışlanma dilemeliyiz. Böylelikle hem kendimizi sevindirmiş hem de Rabbimizin
hoşnutluğunu kazanmış oluruz. Biz kullarına olan rahmeti gereği bizlerin tövbe
etmesine sevinen Allah (c.c)’ın, mağfiret kapılarını daima açık tuttuğunu belirten
Peygamberimiz (s.a.s); “Aziz ve Celil olan Allah, gündüz günah işleyenlerin tövbesini
kabul etmek için gece, gece günah işleyenlerin tövbesini kabul etmek için de gündüz kulun
tövbe etmesini bekler, bu durum kıyamete kadar devam eder.” (Müslim, “Tevbe”, 32)
buyurmaktadır. Şunu hiçbir zaman unutmayalım ki Allah (c.c), tevbeleri kabul
eden ve kullarına çok merhametli olandır (Tevbe, 9/104). Yeter ki biz tövbe edelim
ve O’na yönelelim.
Tövbe kapısı ümit kapısıdır. Ümidimizi kaybetmemeliyiz. Daima ümit var olmamızı
sağlayacak olan şu ayete kulak verelim:
“De ki: ‘Ey kendilerinin aleyhine aşırı giden kullarım! Allah’ın rahmetinden ümidinizi
kesmeyin. Şüphesiz Allah bütün günahları affeder. Çünkü O, çok bağışlayandır, çok merhamet
edendir. Azap size gelmeden önce Rabbinize dönün ve O’na teslim olun. Sonra size
yardım edilmez.” (Zümer, 39/53-54)
Allah (c.c)’ın rahmeti bütün mevcudatı çepeçevre kuşatmış, O’nun rahmeti
gazabını geçmiştir (Müslim, “Tevbe”, 3). O’nun bu rahmeti ve bağışlaması sayesinde
bizler, günah bataklığından kurtulur ve düzlüğe çıkarız. “Eğer Allah’ın nimet ve
rahmeti üzerinizde olmasaydı, pek azınız müstesnâ, muhakkak şeytana uyup gitmiştiniz.”
(Nisâ, 4/83) ayeti de bu gerçeği ifade etmektedir. Zira Rabbimiz Afüvv, Gafûr
ve Rahîm gibi, affetmeyi, bağışlamayı, tövbeleri kabul etmeyi ve merhameti içeren
isimlerin sahibidir. Fakat bizim bu isimlerden nasibimizi alabilmemiz için, o isimlerin
tecellisini sağlayacak şekilde hareket etmemiz gerekir.
Tövbe, gönülden ve içten yapılmalıdır. Yoksa sadece sözle “işlediğim günahlara
tövbe ettim” demek arkasından da yine aynı günahları tekrar tekrar işlemek tövbe
değildir. Tövbenin nasıl olması gerektiğini Rabbimiz şöyle açıklamaktadır:
“Ey iman edenler! Allah’a içtenlikle tövbe edin. Belki Rabbiniz sizin günahlarınızı
örter ve peygamberi ve onunla birlikte iman edenleri utandırmayacağı günde, Allah sizi,
içlerinden ırmaklar akan cennetlere sokar. Onların nurları önlerinden ve sağlarından
aydınlatır, gider. ‘Ey Rabbimiz! Nurumuzu bizim için tamamla, bizi bağışla; çünkü senin
her şeye hakkıyla gücün yeter’ derler.” (Tahrim, 66/8)
O halde Rabbimize gönülden tövbe etmeli ve önceden yaptığımız kötülüklerden
uzaklaşmalıyız. İşlediğimiz zulmün, günahın ardından tövbe edip hâlimizi
düzelttiğimizde tövbemizin kabul olunacağını unutmayalım (Maide, 5/39

26 Mayıs 2013 Pazar

ESMA-ÜL HÜSNA DUALARIM








Ya Mutekebbir
Ben acizim, Sen kadirsin
Ben fakirim, Sen rahimsin
Ben ölüyüm, Sen hayysın
Ben çaresizim, Sen Ahadsin
Ben muhtacım, Sen Sametsin
Ben sağırım, işiten Sensin
Ben körüm, gören Sensin
Ben dilsizim, konuşan Sensin
Ben yaratılıyorum, yaratan Sensin
Ben yokum, var eden Sensin
Ben hiçim ama emellerim büyüktür
Ben yoksulum ama isteklerim çoktur
Ben isterim çünkü sen büyüksün
Şahit yaz büyüklüğüne bu küçük kalbimi..
Ya Hâlık
Sen "ol" deyince her şey oluverir
"Ol" de! olayım, yarattıklarının arasında kalayım
Halk ettiğin gibi ahlaklanayım
Sen yarattın diye güzel olayım
Hep en güzel kıvamda kalayım
Ya Barî
Ruhum Senin elinde
Bedenim Sana emanettir
Yoklukta bırakma beni
Karanlıkta bırakma beni
Çirkinliğe daldırma beni
Güzel eyle her halimi
Ya Musavvir
Yokluğa varlık suretini giydiren Sensin
Hiçliğe varlık boyasını çalan Sen
Güzeli güzel kılan ancak senin tasvirindir
Sen ki yüzümü benim için biricik sevdiklerim için tanıdık eylersin
Katında makbul olan güzellikle tasvir eyle suretimi
Ya Ğaffar
Gizli pişmanlıklarımı bilen Sensin
Gözyaşlarıma değer veren Sensin
Bilirim rahmet denizi bulandıramaz cümle günahlar
Rahmetinle arındır bağışla beni
Ya Kahhar
Sen öyle kahharsın ki
Kahrında lütfün çok
Kahrında acelen yok
Sen öyle kahharsın ki
Kahrında adalet var
Kahrına sınır yok
Düşmanımız çok
Aczimiz nihayetsizdir
Kahrınla helak eyle zalimleri
Ya Vahhab
Yokluğa sırf yok olduğu için varlık bahşedersin
Nankörlerin bile rızkını kesmez
İnkâr edenlere bile nefes veririsin
Varlığım Senin lütfündür, Senin ihsanındadır
Aciz varlığıma lütfünü ihsanını daim eyle
Ya Rezzak
Hazinede yok! yoktur
"Ol" dersin her şey olur
Yarattığın her canlının rızkı Senin katında saklıdır
Vahyin mümin kalplerin, selim akılların rızkıdır
Ya Rabbi, Sana muhtaç olmak en büyük zenginliğimdir
Senin fakirin eyle beni...
Senin verdiğinle doymak en büyük lezzetimdir
Sofranda ağırla beni
Ya Fettah
Damla kadarda olsa sevabım lütfeyle de cennetini aç bana
Şaşkında olsa aklım kerem eyle de... Sana gelen yolları aç bana
Ya Alim
Senin için bilmenin başı yoktur, ben ancak sonradan bilirim
Senin bilmediğin bir an yoktur, ben ancak bazen bilirim
Sen, açık edip söylediğimi de bilirsin
Sen, susup kendime sakladığımı da bilirsin
Unutup kedimden sakladığımı da bilirsin
Kendi kuyularıma aklımın iplerimi salarım
Kendime aklım ermez.
Sen beni benden çok bilensin
Kalbimin kuytularında el yordamıyla dolaşırım
Kendime kendim yetmez,
Sen bana benden çok sırdaşsın
Bildiğimi bilenlerden eyle beni
Bilmediğimi bilenlerden eyle beni
Sana malum olan ayıp ve kusurlarımla utandırma beni
Ya Kabıt Ya Basıt
Dara düşürürsün genişlik verdiğinde şükretmeyeni
Genişletirsin dara düştüğünde de şükredeni
Takdir senindir
Ya rabbi, Sen ki imkânsızı mümkün kılarsın
Darda koyma beni
Dara düştüğünde de şükredenlerden eyle beni
Sen ki asılları yanında tutarsın
Gölgede bırakma beni
Ya Hafit
Öyle hafitsin ki yokluğa yuvarlarsın varlığıyla gurura düşeni
Öyle hafitsin ki zillete düşürürsün kendisini yücelteni
Gururdan azat eyle nefisimi, zillete düşürme kalbimi
Ya Rafi
Secdelerimle sultan eyle beni
Kulluğumla şereflendir beni
Katında rütbelendir beni
İyiler arasında an beni
Yükseklere al beni

25 Mayıs 2013 Cumartesi

ESMA-ÜL HÜSNA DUAM







Ya Rabbi
Seni tarif etmektedir bütün güzel isimler
Sen güzel isimlerini aşikar etmezsen ruhum karanlıkta kalır.
Esma'ül hünsana şahit yaz beni...
Allah!
Sensin Allah, sanadır kulluğum..
Sendedir çarem
Seninledir varlığım
Seni arar ruhum
Seni anar kalbim
Başkasına değil sana muhtacım
Başkasını değil seni çağırırım
Başkası yaratılmıştır sen yaratansın
Başkası devamsızdır
Sen daimsin ve daim eyleyensin
Başkaları muhtaçtır
Sen ihtiyaçsızsın ve ihtiyaçları görensin
Başka ilah yok sen Allah'sın
Sen ki eşi benzeri olmayansın
Sen ki bütün eksiksiz sıfatların sahibisin
Cemaline çevir yüzümü başkasına rağbet ettirme kalbimi
Ya Rahman!
Sen öyle rahmet edersin ki
Rahmetinin bir cilvesi cennetim olur
Rahmetinden bir parıltı sonsuz mutluluğumdur
Rahmetinin bir damlası herkesin rızkına kefil olur
Şu çorak gönlüme merhametini indir
Şu fani ömrümü sonsuzluğa eriştir
Ya Rahim
Öylesine Rahimsin ki kulağımı sözüne muhatap eylersin
Aklıma vahyinle tenezzül edersin
Öylesine rahimsin ki istendiğinde zaten verirsin
İstenmediğinde de lütfedersin
Öylesine rahimsin ki hak edene hepten veririsin
Hak etmeyene bile çok bahşedersin
Öyle rahimsin ki dünyayı bu kadar güzel eylersin
Ahireti ondan daha güzel eylersin
Ya rabbi
Korkudan emin eyle beni
Hüzünden azad eyle kalbimi
Ateşten uzak eyle beni
Hicrana düşürme kalbimi
Rahmetinin rahmine al beni
Merhametinin kucağına al kalbimi
Ya Melik
Kimsenin kimseye fayda vermediği gün hüküm Senin
Gökler yarılırken sahibim Sensin
Yıldızlar dağılırken sahibim Sensin
Varlığım bana ait değil
Varım yoğum Senin.
Elimde olanlar benim değil
Sahiplendiklerimde Senin
Yokluğa düşürme beni
An Senin
Darlık verme kalbime, mekân Senin
Ya Guddus
Sensin duggus, gudsiyet Sendendir
Bundan öte laf olmaz
Sen dilemezsen hiçbir şey pak sayılmaz
Gönlüm sana yönelmedikçe saf olmaz
Kanımı her nefeste temizlediğin gibi
Nefsimi arındırıp pak eyle
Temizlenenlere muhabbet edersin
Gönlümü muhabbetinle temizle
Ya Selam
Sensin selam, sendendir selam
Emrini dinler ateş ki
İbrahim (a.s) için serin ve selametli olur
İbrahim (a.s) gibi dostluğuna kabul eyle beni
İbrahim (a.s) gibi ateşi gün eyle tenime
Gül gibi ateşten çiçekler açtır ruhumda
Selamını şebnem gibi dokundur kalbime
Ya Mu'min
Sen hidayetini göndermezsen kalpler nasıl mutmain olur
Sen kalplere itminan vermesen
Kim inandığından emin olur
Sen inandırmazsan kim mümin kalır
Hevamın tuzağına düşürme beni
Nefsimin eline bırakma beni
Öyle mümin eyle ki beni
Pişmanlıklarım beni sana döndürsün
Ya Muheymin
Sensin gariplerin sığınağı
Sensin kimsesizlerin dayanağı
Sensin hakkı himaye eden
Sensin aklımı aldanışlardan kollayan
Sensin ayağımı tuzaklardan kurtaran
Sen ki zayıfları kuvvetlilerin şerrinden himaye edersin
Mazlumların hakkını zalimlerden almayı vaat edersin.
Sen ki benim en küçük en önemsiz en gizli arzularımı da bilir bana merhamet edersin
Nefsimin aldatmalarına kanmaktan koru beni
Aşağıların aşağısına yuvarlanmaktan koru beni
Ya Aziz
İzzet senindir, Sendendir izzet
Sen dilersen kimse zillete düşmez
Sen vermezsen kimsede izzet kalmaz
Kalbim yalnız Sana kanar
Yakınlığınla aziz eyle kalbimi
Ruhum yalnız Seni arar
Huzurunla aziz eyle ruhumu
Halim yalnız Sana aşikâr
Başkalarının yanında rezil etme beni
Ya Cebbar
Sen ki mağrurları gururlarına esir eylersin
Sen ki kibirlenenlerin boynuna kibirlerini tasma eylersin
Sen ki zor kullanıp zulmedenleri vicdanlarının pençesine hapsedersin
Bir sineği vasıta eyle de nemrutlardan kurtar beni
Bir asayı vesile eyle de firavunlara galip getir beni

24 Mayıs 2013 Cuma

NİMETLER ŞÜKÜR GEREKTİRİR, İSRAF İSE ŞÜKÜRSÜZLÜKTÜR


NİMETLER ŞÜKÜR GEREKTİRİR,
İSRAF İSE ŞÜKÜRSÜZLÜKTÜR



“O, çardaklı-çardaksız olarak bahçeleri, ürünleri, çeşit çeşit hurmalıkları ve
ekinleri, zeytini ve narı (her biri) birbirine benzer ve (her biri) birbirinden
farklı biçimde yaratandır. Bunlar meyve verince meyvelerinden yiyin.
Hasat günü de hakkını (öşürünü) verin, fakat israf etmeyin. Çünkü O, israf
edenleri sevmez.” (En’âm, 6/141)
Yüce Rabbimiz, bizleri hiç yokken var etmiş, varlık âleminde canlı kılıp, canlılar
içerisinde akıl ve şuur sahibi insan olarak vücuda getirmiştir. Bizleri kendi varlığından
haberdar etmek suretiyle de nimetlerin en üstünü olan iman nimetini bizlere
bahşetmiştir.
Allah Teala, Kur’an-ı Kerim’de zaman zaman bizlere verdiği nimetlere dikkat
çekmekte ve bizleri bu nimetler üzerinde düşünmeye davet etmektedir (Nah, 16/66;
Mülk, 67/30; Abese, 80/24; Beled, 90/8). Açık ve gizli, sayısız nimetleriyle bizleri donatan
Mevla’mız, bizlerden bu nimetler mukabilinde şükür beklemektedir (Lokman,
31/20; Nahl, 16/18). Cenâb-ı Hakk’ın bizlere lütfettiği nimetlere şükretmek, öncelikle
bu nimetlerin farkında olmak, bunların yüce Allah tarafından verildiğini bilmek ve
verilen bu nimetleri israf etmeksizin yerli yerinde kullanmakla mümkündür. Ayrıca,
yüce Yaratıcının bizler için belirlediği helâl ve meşrû dairenin dışına çıkmamak,
O’na isyan etme anlamına gelebilecek her türlü düşünce ve davranıştan uzak durmak,
bizden yapmamızı istediği ibadetleri eksiksiz yerine getirmek ve verdiği her
türlü nimeti O’nun rızasını elde etme yolunda kullanmak da güzel bir şükrün gerekleri
arasındadır.
Bilmemiz gerekir ki; sahip olduğumuz nimetler, yalnız bizim çaba veya gayretimizin
bir neticesi olmadığı gibi yalnız liyakatimizden dolayı da bizlere verilmiş
değildir. Bize lütfedilmiş her nimetin aslında bir imtihan vesilesi olduğunu ve bunların
hesabını bir gün vereceğimizi aklımızdan çıkarmamamız gerekmektedir (Neml,
27/40; Tekâsür, 102/8). Yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim’de, zenginliğini sahip olduğu
bilgiye bağlayan Kârûn’un hazineleriyle birlikte yerin dibine batırılışı, bağ ve bahçeleriyle
övünüp, sahip oldukları nimetlerden yoksulların payını ayırmayan kimselerin
uğradıkları acı sonlar birer ibretlik olay olarak dikkatlerimize sunulmaktadır
(Kasas, 28/78; Kalem, 68/17-18).
Sahip olduğumuz nimetleri ölçülü ve dikkatli kullanmamız, hem nimete hem
de nimeti veren Cenâb-ı Hakk’a karşı göstermemiz gereken saygının ifadesidir. Sorumluluk
sahibi her mümin, dünya üzerindeki maddî ve mânevî imkân ve nimetleri
kendisine emanet edildiği bilinciyle tüketir, bu nimetler üzerinde kendisinin olduğu
kadar toplumun da hakkının bulunduğunu unutmaz, muhtaç kimseleri görüp
gözetir, dinimizin hoş görmediği ve adına israf dediği her türlü gereksiz ve aşırı
tüketimden uzak durur.
Verdiği nimetleri sorumsuzca kullanarak saçıp savuranları “şeytanın kardeşleri”
diye nitelendiren Rabbimiz, israf eden kimseleri sevmediğini belirtmektedir
(İsrâ, 17/27; En’âm, 6/141; A’râf, 7/31). Bizleri ve sahip olduğumuz her şeyi yaratan yüce
Mevlâ’mız, verdiği nimetlerin şükrünü îfâ ettiğimiz takdirde bu nimetleri sürekli
kılacak, artıracak ve daha da önemlisi, bizleri nimetlerin en güzeli olan ebedî cennet
ve rızası ile ödüllendirecektir (İbrâhim, 14/7). Karşılığında şükretmediğimiz veya nankörlükle
mukabele ettiğimiz nimetler ise, er geç bir gün mutlaka elimizden çıkacak
ve bu tür davranışlarımızdan dolayı dünya ve ahirette cezalandırılacağız.

22 Mayıs 2013 Çarşamba

MÜ’MİNLERİN ÖZELLİKLERİ


MÜ’MİNLERİN ÖZELLİKLERİ


“Bunlar, tövbe edenler, ibadet edenler, hamd edenler, oruç tutanlar,
rükû’ ve secde edenler, iyiliği emredip kötülükten alıkoyanlar ve Allah’ın
koyduğu sınırları hakkıyla koruyanlardır. Mü’minleri müjdele.” (Tevbe,
9/112)
Mü’minler, günah işledikleri zaman tövbe edip Allah’a layık kul olmaya gayret
edenlerdir. Tövbe ise, geçmişte yaptığı kötü işlerden bağışlanma dilemek, ardından
yaptıklarından dolayı pişmanlık duymak ve geri kalan ömründe de yüce Mevla’ya
yönelmektir.
Mümin, tekrar tekrar tövbe edip Rabbine yönelir, nefsini sorgular, yaptıklarının
yeterli olup olmadığını düşünür; acaba Allah’a kulluğumun gereği olan amellerimi
güzel yapabildim mi? Acaba Yaratanımızın rızasını kazanabildim mi? diye kendini
kontrol eder. Ardından Rabbine yönelir. Bu yönelme hayatının tüm karelerinde ve
her anında olur. Bütün işlerini Allah rızasına uygun yapmaya çalıştığı için de her anı
ibadete dönüşür. Mükâfat alır, sevap kazanır.
İnsan yaratılışı itibariyle unutkandır, akıl ve kalp, varlığının gayesini unutma eğilimindedir.
Mümin anlık dalgınlığından kurtulup Rabbine verdiği sözü hatırlayınca,
Allah’a dönerek O’nun affını talep eder ve bu şuur üzerine hayatını devam ettirir.
Böyle bir özellik insanın sahip olduğu imanı korumasının bir alametidir. Yoksa insanın
sabit, mekânik bir araç gibi sürekli aynı ritimde, aynı hızda hareket edeceğini
düşünmek mümkün değildir. O yüzden Allah mümin kullarından bahsederken
“tekrar tekrar Allah’a yönelip tövbe ederler” ifadesi kullanmaktadır.
Mü’minler, ibadet ederler ve bu yaptıklarından huzur bulurlar. İbadetleri ise süreklidir,
kesintisizdir. Mümin, Rabbine coşkuyla hamd eden, öven, yüceltendir. Dar
zamanında da bolluk anında da Allah müminin gündemindedir. Mü’minler, bolluk
anında nimetlere teşekkür ederek, yoklukta da Allah’ın kendilerini imtihan etmesine
sabrederek, O’nun sonsuz merhametinin farkında olurlar.
Allah’ın hoşnutluğunu elde etmek için dünyada sürekli yolcu gibi yaşarlar.
Allah’ın yaratıklarını ve kâinata yerleştirdiği ilahi kanunları düşünmeye devam ederler.
Gerçek bilgiyi elde etmek, Allah’ın dinine hizmet etmek için çalışırlar.
Allah’a karşı kulluklarının ifadesi olarak rüku’ ederler, secdeye varırlar. Namazı
kendilerinin ayrılmaz bir parçası hâline getirirler. Allah’a secde ederek, O’nun yüceliği
karşısında eğilerek teslimiyetlerini ifade etmeye çalışırlar.
Mü’minler, iyiliği ve güzelliği emredip kötülükten alıkoyan ve bu tutumunu davranışlarına
yansıtan kimselerdir.
Bununla birlikte mü’minler, hayatın bütün yönlerinde Allah’ın belirlediği sınırları
titizlikle muhafaza edip gözetendir. Mü’minler Allah’ın belirlediği ölçülere riayet
etmeye çalışırlar. Heva ve heveslerine değil, Allah’ın yoluna tabi olurlar. Kendilerini
güzellikten, iyilikten uzaklaştırabilecek şüpheli yollardan da uzaklaşırlar. Peygamberimizin
şu tavsiyesine kulak verirler:
“Kişi günaha düşme endişesiyle şüphesiz şeylerden sakınmadıkça muttakiler derecesine
erişemez.” (İbn Mâce, “Zühd”, 24)

20 Mayıs 2013 Pazartesi

NAR AĞACI

NAR AĞACI KİTABIM BİTTİİİİ

Sen öyle çağırmasan
                                  ben böyle gelmezdim


Bu kitaba başlayalı çok oldu ama bitirmek ancak kısmet oldu.Kitabın kurgusu çok güzel, sonuna kadar heyecanla okuyorsunuz esas kız ve esas oğlan ne zaman birleşecek diye.Kitabın bitmesine birkaç sayfa kala  birleşiyorlar.Yazarın dili çok ağır değil, cümleler uzun ama sıkıcı değil.Okunması gerekli kitaplardan biri 

19 Mayıs 2013 Pazar

ZAMAN


ZAMANIN ÖNEMİ VE DEĞERİ



“Andolsun asra /zamana ki, insan gerçekten ziyan içindedir. Ancak,
iman edip de sâlih ameller işleyenler, birbirlerine hakkı tavsiye edenler,
birbirlerine sabrı tavsiye edenler başka (Onlar ziyanda değillerdir).” (Asr,
103/1-3)
Yüce Allah’ın kullarına bahşettiği en değerli nimetlerinden biri de zamandır.
Buna rağmen kimi insanlar zaman nimetinin kıymetini bilememekte, onu verimli
bir şekilde değerlendirememekte, bunun sonucu olarak da zarar ve ziyana uğramaktadırlar.
Ancak iman edip salih ameller işleyenler, birbirlerine hakkı ve sabrı
tavsiye edenler, iyilikleri emredip kötülüklerden insanları sakındıranlar müstesnadır.
Onlar asla zarara uğramazlar.
Müfessirler bu surede yer alan “asr” kelimesini, ikindi vakti, ikindi namazı, mutlak
zaman, Hz. Muhammed (s.a.s)’in asrı gibi farklı şekillerde tefsir etmişlerdir. Ancak
“asır”, bütün bunları kapsamakla birlikte; surenin mesajına ve muhtevasına en
uygun olanı “mutlak zaman” anlamıdır (Taberî, Câmiu’l-Beyan an Te’vîli’l-Kur’an, XII/684-
685). Buna göre, “Asra andolsun ki, insan ziyandadır” âyetine; “İnsanın içinde yaşadığı
zamana andolsun ki, insan ziyandadır” şeklinde mana da verilebilir.
Fahreddin Râzi bu surenin tefsirinde şöyle diyor: “Zamanı değerlendirme açısından
insan mutlaka zarardadır, kendisini bu zarardan kurtaramaz. Zira zarar sermayenin
kaybıdır. İnsanın sermayesi ise, ömrüdür. Onun, ömrünü zayi etmediği anlar
çok nadirdir. Çünkü her saniye, mütemadiyen ömrünü alıp götürmektedir. Eğer
insan, ömrünü günahlarla geçiriyorsa büyük bir zarar içerisindedir.
Seleften biri de; ‘Asır suresinin manasını pazarda buz satan birinden öğrendim’
diyor. O şahıs sabahleyin pazara çıkar ve şöyle seslenirdi: ‘Sermayesi eriyen bu adama
acıyın!... Sermayesi eriyen bu adama acıyın!...’ Onun bu sözünü işitince; ‘İşte
insanın hüsranda/zarar ve ziyan içerisinde olmasının anlamı budur’ dedim. Çünkü
insana verilen ömür de buz gibi her saniye erimektedir. Eğer insan, ömrünü ziyan
eder, maddî ve manevî herhangi bir şey kazanmaz veya ömrünü yanlış yerlerde
tüketir ve böylece zaman israfında bulunursa, bu durum insanın hüsranına neden
olur.” Hz. Peygamber de değişik hadis-i şeriflerinde insanları Allah’ın verdiği maddî
ve manevî nimetlerin kıymetini takdir etmeye çağırırken; bunlar arasında zamanı
özellikle zikreder:
“İki nimet vardır ki, insanların birçoğu bunların kıymeti hakkında aldanmıştır: Sıhhat
ve boş vakit.” (Buharî, “Rikak”, 1, Tirmizî, “Zühd”, 1)
“Beş şey gelmeden önce beş şeyin kıymetini bilin: Ölüm gelmeden önce hayatın, hastalık
gelmeden önce sağlığın, meşguliyet gelmeden önce boş vaktin, ihtiyarlık gelmeden önce
gençliğin, fakirlik gelmeden önce zenginliğin.” (Buharî, “Rikak”, 3; Tirmizî, “Zühd”, 25)
Şüphesiz maddeten ve manen ilerlemenin, teknik ve medeniyet yarışını kazanabilmenin
yolu da zaman sermayesini en verimli bir şekilde değerlendirmekten geçmektedir.
Zamanlarını verimli bir şekilde kullanmasını bilmeyenler ya da tamamen
israf edenler; teknik güce, medeni üstünlüğe, ekonomik bağımsızlığa sahip olamazlar.
Çünkü başarının ve ilerlemenin önündeki en büyük engellerden biri zaman israfıdır.
Maalesef günümüzde pek çok kimse vakit yokluğundan şikâyet etmektedir.
Kime sorsanız, zamanı pek yoktur. Hâlbuki lüzumsuz ve faydasız işlerin peşinden
koşuşturmaktan, ya da boşa zaman harcamaktan hayatî önem arz eden işleri yapmaya
zaman kalmamaktadır.
Unutmayalım ki, kaybedilen birçok şey telafi edilebilir, servetler yeniden kazanılabilir,
insan zamanla mal, mülk ve servet sahibi olabilir, ama boşa geçirdiği zamanını
ve gayesinin dışında harcadığı ömür sermayesini asla geri getiremez. “Vakit
nakittir”, “Vakitlerle yakutlar satın alınabilir ama yakutlarla vakitler satın alınamaz”
gibi atasözleri bu hususu en güzel şekilde ifade etmektedir.
Bu nedenle yüce Allah, Asr suresinin başında asra/zamana yemin ederek onun
insan hayatındaki yerine ve önemine dikkat çekmekte; kendilerine verilmiş olan
ömür sermayesini, faydasız işlerle, inkâr ve günahla hak ve hakikatten uzak bir
şekilde tüketen ve böylece zamanlarını israf edenlerin sonlarının hüsran olacağını
hatırlatmaktadır. Devamında ise hüsrana uğramayan, vaktin kıymetini bilip ömür
sermayelerini inanarak yararlı iş ve hizmetlerde değerlendiren insanların niteliklerini
bildirmektedir. Bunlar: iman, sâlih amel, hakkı tavsiye ve sabrı tavsiyedir.
O halde dünya ve ahirette kurtuluşun yolu, zamanın kıymetini iyi bilip, belirtilen
görevleri ifa etmekten geçmektedir.

18 Mayıs 2013 Cumartesi

EYYYY DOSTLARRRRR.......

EY DOSTLAR NERELERDESİNİZ?



Hayatıma teker teker güzelliklerle girdiniz.Şimdi  neden teker teker gidiyorsunuz.Hiç mi düşünmüyorsunuz bize,bizim dostluğumuza ihtiyacı olan bir Allah'ın kulu vardır diye?Onlar bizsiz  kiminle hoş sohbetlere girebilir,ne yapar diye?Çok üzülüyorum giden dostlarımın ardına bakarken kim bilir neler öğrenemeyeceğim onlardan diye..........


Sanki beni böyle bekleyen birileri tek tek gidiyor......

17 Mayıs 2013 Cuma

DUANIZ OLMASA RABBİM SİZE NE DİYE DEĞER VERSİN


DUANIZ OLMASA RABBİM SİZE
NE DİYE DEĞER VERSİN


“(Ey Muhammed!) De ki: Duanız olmasa Rabbim size ne diye değer versin!
Siz yalanladınız. Öyle ise azap yakanızı bırakmayacak.”
 (Furkan, 25/77)
Kâinatın tek yaratıcısı olan Rabbimiz, bizleri akıl ve irade başta olmak üzere
sayılamayacak nimet ve imkânlarla donatmış, bu nimetlerini ruh ile tamamlamıştır.
Bu özelliklerimiz bizi diğer yaratıklardan üstün ve Yaratanımız karşısında sorumlu
kılmaktadır.
Bizler boş yere yaratılmadığımız gibi, başıboş da bırakılmış değiliz. Allah’ın yeryüzündeki
halifesi ve yaratılmışların en şereflisi olan biz insanlar, herhangi bir yaratığa
kul, köle olmak için değil, en geniş anlamıyla yeryüzünde O’nun iradesi ve
istekleri doğrultusunda yaşamak üzere yaratılmış bulunmaktayız. Nitekim yüce kitabımız
Kur’an, bizlerin Allah’a kulluk amacıyla yaratıldığımızı (Zâriyât, 51/56), dünya
mutluluğunu elde edebilmemizin ve ebedî imtihanı kazanabilmemizin bu amacı
gerçekleştirmemizle mümkün olabileceğini, Allah’ımıza sığınmadan, O’nun yardımını
almadan bunu başaramayacağımızı haber vermektedir.
Yeryüzündeki her şey biz insanlar için yaratılmış (Bakara, 2/29) ve hizmetimize
(Lokman, 31/20) verilmiştir. Bizlere verilen bu değer/önem karşısında akıl ve irade
sahibi insanlar olarak bize düşen görev, yaratılış gayemize uygun davranmak, yaratanımızı
tanımak ve O’na ibadet/dua etmektir. Bu ayette, insanın ancak Allah’a bu
yönelişiyle, O’nun katında değer kazanabileceği belirtilmiştir.
“Dua” kelimesi çeşitli âyetlerde; “Allah’a ibadet etme, yakarma, istek ve ihtiyaçlarını
O’na arz ederek lütfunu dileme, seslenme ve yardıma çağırma…” gibi anlamlarda
kullanılmıştır. Dua, bütün benliğimizle Allah’a yönelerek maddî ve manevî
isteklerimizi O’na arz etmemiz ve O’na niyazda bulunmamızdır. Bir başka deyişle
dua sınırlı, sonlu ve âciz olan bizlerin sınırsız ve sonsuz kudret sahibi ile kurduğumuz
bir köprüdür.
Dua, aynı zamanda zikir ve ibadettir. Bu sebeple Peygamberimiz (s.a.s), “Dua
ibadetin özüdür” (Tirmizî, “Da’avât”, 1) buyurmuştur. En önemli ibadet olan namazımız
da, “dua” kelimesiyle ifade edilmiştir (En’âm, 6/52; Kehf, 18/28). “Namaz” anlamında
kullanılan “salât” kelimesinin asıl manası da “dua”dır.
Başımız dara düştüğünde dua etmemizin yanı sıra özellikle refah ve rahatlık durumlarımızda
da ibadet ve dua ederek Rabbimizi hatırlamamız kulluğumuzun bir
gereğidir. Bu konuda Peygamberimiz (s.a.s) şöyle buyurmaktadır:
“Allah’ın emir ve yasaklarını gözet ki, O’nu önünde bulasın. Bolluk içindeyken (emirlerine
bağlı kalmakla) sen Allah’ı tanı ki O da darlığa düşünce (kurtarmak suretiyle) seni
tanısın.” (Ahmed b. Hanbel, Müsned, I, 307)
Şunu da unutmayalım ki ibadet/dua etmeye ihtiyacı olanlar biz kullarız. Allah’ımızın
hiçbir şeye ve bizim kulluğumuza ihtiyacı yoktur. Bu husus (manası Allah’a,
sözleri Peygamberimize ait) kutsi bir hadiste şöyle açıklanmıştır:
“…Ey kullarım! Bana zarar verme mevkiine ulaşamazsınız ki bana zarar veresiniz!
Bana fayda sağlama mertebesine de ulaşamazsınız ki bana menfaat sağlayasınız…” (Müslim,
“Birr”, 55; Tirmizî, “Kıyamet”, 49)
Akıl ve irademizle, inanç ve eylemlerimizi seçme ve gerçekleştirme hususunda
özgürlük verilen bizlerin, yaratılışımızdaki amaca aykırı bir tavır sergilememiz
çıkmaz bir yoldur. Biz insanlar için en büyük suç, -ister sözlerimizle ister davranışlarımızla
olsun- kendi benliğimizi, gerçek insanlığımızı ve insanlık değerimiz olan
izzet ve onurumuzu kazandıracak olan Allah’ın dinine ve O’na kulluğuna önem
vermememizdir.
Bizleri yaratan, yaşatan ve rızık veren Rabbimize dua/ibadet etmez isek; bizlere
yüce Yaratıcımız tarafından ihsan edilen üstün değerin kıymetini bilmemiş, O’nu
yalanlamış ve O’nun katında “önemsiz /azabı hak etmiş bir varlık” hâline gelmiş oluruz.
Zira “Dua/Kulluk etmeyi kibirlerine yediremeyenler aşağılanmış bir halde cehenneme
gireceklerdir.” (Mümin, 40/60)
Öyleyse böyle bir duruma düşmekten sakınalım. Her zaman Rabbimizle irtibatımızı
sürdürelim. Çünkü dua biz müminlerin tüm hayatımızı kapsayan sürekli bir
kulluktur.

16 Mayıs 2013 Perşembe

BİZ KENDİMİZİ DEĞİŞTİRMEDİKÇE ALLAH BİZİ DEĞİŞTİRMEZ


BİZ KENDİMİZİ DEĞİŞTİRMEDİKÇE
ALLAH BİZİ DEĞİŞTİRMEZ


“İçinizden sözü gizleyen ile açığa vuran, geceleyin gizlenenle gündüz
ortaya çıkan eşittir. İnsanı önünden ve ardından takip eden melekler vardır.
Allah’ın emriyle onu korurlar. Şüphesiz ki, bir kavim kendi durumunu
değiştirmedikçe Allah onların durumunu değiştirmez. Allah, bir kavme
kötülük diledi mi, artık o geri çevrilemez. Onlar için Allah’tan başka hiçbir
yardımcı da yoktur.” (Ra’d, 13/10-11)
Bu ayetler, insan olarak sürekli bir şekilde ilâhi denetime tâbi olduğumuzu bildirerek
bizleri şu düşünceye sevk ediyor: Açıktan söylediklerimiz de içimizde gizli
tuttuklarımız da, gün ışığında yaptıklarımız da gecenin karanlığına bürünerek işlediklerimiz
de her an takip ediliyor, kayıt altına alınıyor. Yani hiçbir şey Allah’ın
bilgisi dışında kalmıyor. Buna samimi olarak inanmalı ve bu inancı kendimiz için bir
kontrol mekanizması gibi düşünmeliyiz. Ancak bu mekanizmanın sağlıklı işlemesi
ve bizim adımıza yararlı neticeler doğurması için her yaptığımız davranışın hatta
niyetlerimizin yüce Allah’ın bilgisi ve kontrolü altında olduğu inancını taşımalı, bu
gerçeği bir an olsun aklımızdan çıkarmamalıyız. Hem birey hem de toplum olarak
yanlışlarımızı, hatalı davranışlarımızı zamanında fark edip kendimizi olumlu yönde
değiştirebilmemiz bu mekanizmayı kalbimizde, yüreğimizde hissetmemize bağlıdır.
Ele aldığımız bu âyet-i kerimeler, yüce Rabbimizin değişmez bir yasasını da bizlere
hatırlatmaktadır: “Bir millet kendini değiştirmedikçe Allah onların durumunu
değiştirmez.” Bu ilâhî kanun her şeyden önce Allah’ın bize vereceği mükâfat veya
cezaların davranışlarımıza göre değişeceği gerçeğini hatırlatıyor. Dolayısıyla da bize
çok önemli bir sorumluluk yüklüyor: O da kendimizi sık sık kontrol edip gerektiğinde
düşüncelerimizde ve hareketlerimizde birtakım değişiklikler yapmamız gerektiğidir.
Şayet bu sorumluluğumuzu unutur da olduğumuz hâl üzerine kalmaya
devam edersek, bunun sonucuna razıyız demektir.
Sözünü ettiğimiz bu değişim, olumsuz yönde de olabilir. Yani, bir kimse kendinde
bulunan güzel ahlak ve meziyetleri değiştirmedikçe Allah da bunun karşılığı
olarak onlara verdiği hayırlı nimetleri değiştirmez (bk. Enfâl, 8/53). Dolayısıyla değişim
iki yönlüdür. Olumlu veya olumsuz nasıl bir değişime gidersek, yüce Allah’ın
hakkımızdaki iradesi de o yönde tecelli edecektir. Bu noktada iyi hâlimizi muhafaza
etmeli, istikametimizi korumaya çalışmalıyız.
Ayet-i kerimede beyan buyurulan değişimin konusu sadece uhrevi endişelerimizi
giderecek olan davranışlar değildir. Dünyamızı her açıdan mamur kılacağımız
bütün faaliyetlerimiz de bu kapsamdadır. Bugün dünyada bilim ve teknolojiden
kültür ve sanata kadar hemen her alanda büyük değişimlere tanık oluyoruz. İslam
ümmeti olarak son dönemlerde dünyanın diğer medeniyetleri karşısında geri kalmışlığımızın
ana nedeni, bilimde, teknolojide, ekonomide vb. alanlarda etrafımızda
meydana gelen gelişmelere seyirci kalmış olmamızdır. Hâlbuki sahip olduğumuz
kutsal değerlerimiz bu tür bir değişime mani değildir. Tam aksine kendimizi geliştirmemiz
yönünde uyarılarda bulunmaktadır. Nitekim “boş zamanın” insanların sahip
olup değerini bilemedikleri çok önemli bir nimet olduğunu (Buharî, “Rikak”, 1) söyleyen
sevgili Peygamberimiz, (s.a.s) “İki günü eşit olan zarardadır” (el-Hatîb el-Bağdâdî,
İktidâu’l-İlmi’l-Amele, No:122) hadisiyle de kendini geliştirmeyenleri uyarmaktadır

14 Mayıs 2013 Salı

Tevbe ve İstiğfar


Tevbe ve İstiğfar






Hâris bin Süveyd diyor ki:
Abdullah ibn Mes'ud -radıyallahu anh- bize biri Nebiyy-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem-den, diğeri de kendisinden olmak üzere iki hadîs tahdîs etti. Nebiyy-i Ekrem'den olan hadîs-i şerîfi şöyle rivâyet etti:

"Mü'min günâhlarını bir dağ altında oturup da üzerine dağın hemen çöküvereceğinden korkan bir kimse gibi görür. Fâcir ise günâhlarını burnunun üzerine konup uçmuş bir sinek gibi görür."

Râvi diyor ki, Ebû Şihâb eliyle burnunun üzerini göstererek bu hadîs-i şerîfi rivayet etti.

Sonra Abdullah ibn Mes'ud diyor ki:

Muhakkak Allah Teâlâ Hazretleri kulunun tevbe-sinden şöyle bir kimsenin sevincinden daha fazla sevinir ki, bu kimse uzun bir yolculuk esnasında tehlikeli bir yerde konaklar. Üzerine bütün yiyeceğini içeceğini yüklediği bineği de yanındadır. Başını yere koymasıyla şöyle bir uykuya dalar. Uyandığında bineğini kaybolup gitmiş olarak görür. Üzerine sıcak basmış, susuzluğu son haddine varmış, yahud Allah dilediği kadar sıcağı ve onun susuzluğunu artırmış. Sonra o kimse devesini aramak için etrafa çıkmış, aramış, bulamamış, o dereceye gelmiş ki hararetten ve susuzluktan tâkati kesilmiş, ümîdi tükenmiş, böyle bir halde tekrar eski yerine dönerek uyuyakalmış. Sonra uyandığında biraz evvel kaybolan devesini başı ucunda bulur. "İşte bu adam ne derece ferahlanır ise Cenâb-ı Hakk -celle ve âlâ- Hazretleri de bir kulunun tevbesinden dolayı o devesini kaybedip de başı ucunda bulan adamdan ziyâde ferahlanır. Yani râzı olur. Tevbe edenin tevbesini kabul edip onu yüksek derecelere nâil eyler, demektir." (1)
Ebû Bekri's-Sıddîk -radıyallahu teâlâ anh-Hazretleri:

"-Yâ Resûlellah, namazın âhirinde okumak üzere bana bir duâ ta'lîm buyur, dedikte Resûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hazretleri buyurmuşlardır ki:

"Şöyle duâ et:

Yâ Rabb, muhakkak ki ben kendime çok zulmettim; yani çok günâh işledim. Günahları ise ancak sen afv ü mağfiret edersin. Hakkıyle gafûr ve rahîm ancak sensin. Beni kendi indinden bir fazl u keremle afv ü mağfiret eyle ve bana lutf u ihsanınla merhâmet eyle. Yani benim istihkakım olmayarak mahza fazl u kereminle cehennemden halâs edip cennet ve cemâline kavuştur." (2)
"Gıybetin keffâreti, gıybet etdiğin kimse için istiğfâr etmekliğindir." (3)

"Yeryüzündekilerde) herhangi bir kimse,
derse hatalarına keffaret olur. Bu hataları deniz köpükleri kadar da olsa."(4)

"Duanın hayırlısı istiğfâr, ibâdetin hayırlısı da" kelime-i tevhîddir." (5)

"Ya Ali, sana bir duâ öğreteyim mi ki zerreler adedince günâhın olsa sen de beraber olmak üzere mağfiret olunur. Şöyle söyle: (6)
"İstiğfâr, mü'minin sahife-i a'mâlinde nûr gibi parlar."(7)

"Günâhdan tevbe eden kimse günâh işlememiş gibi olur. Fakat bir taraftan istiğfar, diğer tarafdan günâhda ısrar eden ise -el-iyâzü billah- Cenâb-ı Hakk ile istihzâ eden kimse gibi olur."
"Bir kimse kalbi ve kalıbı ile istiğfâra devam ederse Cenâb-ı Hakk o kimsenin gamlarını ferâha ve sıkıntılarını genişliğe tebdîl ederek hiç ummadığı bir taraftan onu rızıklandırır. (8)
"Tevbe ve istiğfâr ile büyük günâhlar afv olunduğu gibi mükerreren irtikâb edilen küçük günâhlar da, büyük günâhlar arasına dâhil olur." (9)
"Kalbinde nedâmet olmadığı halde yalnız lisânen edilen istiğfar, yalancılar tevbesidir." (10)

"Cenâb-ı Hakk'a tevbe ediniz. Muhakkak ki ben günde yüz defa Cenâb-ı Allah'a tevbe ederim. (11)

"Ne mutlu o kimseye ki defter-i a'mâlinde çokça istiğfar bulur."
"Ey insanlar! Ölmeden evvel Allah'a tevbe ediniz." (12)

(1) Buhârî, Deavât, 4
(2) Buhârî, Ezân, 149, Deavât, 16;
(3) Ramûzû'l-ehâdis, 339.
(4) Keşfû'l-hafâ, 2/11, (Haraitî ve Beyhakî'den)
(5) a.e. 281
(6) a.e
(7) Râmûzû'l-ehâdis.
(8) İbn Mâce, Zühd. 30.
(9) Keşfü'l-hafâ, 2/364 (Ebûş-Şeyh ve Deylemî'den) .
(10) Râmûzû'l-ehâdis.
(11) Ebû Dâvud, Vitr, 26; İbn Hanbel, Müsned, 2/450.
(12) İbn Mâce, İkame, 78.

13 Mayıs 2013 Pazartesi

İSRAF İLE İLGİLİ AYET VE HADİSLER


İSRAF İLE İLGİLİ AYET VE HADİSLER




“Yiyiniz içiniz; fakat israf etmeyiniz! Çünkü Allâh isrâf edenleri sevmez.” (A'râf Suresi 7/31) 
Yemek yemekten maksat, zevk ve lezzet alarak nefsin boyunduruğu altına girmek değil, Allâh'a kulluk ve ibâdete güç kazanmak olmalıdır. Yani yemek bizzat gâye değil, hedefe giden yolda bir vâsıta olarak görülmelidir. Yeme ve içmede tehlikeli olan şey, tokluk sebebiyle günâha düşmektir.  


Ey îmân edenler! Size verdiğimiz rızıkların temiz olanlarından yiyin! Eğer sâdece Allâh'a kulluk ediyorsanız, O'na şükredin!” (Bakara Suresi 2/172)


Bir Hadis-i Şerif'te ise şöyle buyurulur;
Canının çektiği ve arzu ettiğin her şeyi yemen, şüphesiz israftır!” (İbn-i Mâce, Et‘ime, 51) Peygamberimiz(s.a.v)'ce buyrularak böyle bir hareket, ölçüsüzlük olarak telâkki edilmiştir. Allâh dostlarına göre ise şeriatte doyduktan sonra yemek israf, tarîkatte doyuncaya kadar yemek israf, hakîkatte de Allâh'ın huzûrunda olduğunu unutarak yemek israftır. 

 Âyet-i kerîmede Allâh Teâlâ kâfirlerin yeme konusundaki tavrını, bir teşbihle şöyle anlatmaktadır:
“İnkâr edenler, dünyada sâdece zevk u safâ ederler ve hayvanların yediği gibi yerler! Onların varacağı yer cehennemdir.” (Muhammed 47/12)
Kâfirlerin bütün ihtimamları midelerine ve şehvetlerinedir. Âhirete dönüp bakmazlar bile. Dünyaya harîstirler ve âkibetten gâfildirler. Dolayısıyla mü'min, onlardan farklı olarak yeme içmede ölçülü olmalı, dünyaya ve nimetlerine karşı ihtiyaç nispetinde rağbet etmelidir. Zîrâ bir diğer hadîs-i şerîfte:


Bir keresinde, çokça yiyen bir adam geğirmeye başlayınca, Efendimiz adamcağızı:
“Geğirmeyi bırak. Çünkü dünyada çok doyanlar, kıyamet gününde en uzun müddetle aç kalacak olanlardır. ” 
diye uyarmıştır. (Tirmizî, Kıyâmet, 37)



Yine bir ayette;  Akrabaya, yoksula ve yolda kalmışa hakkını ver. Bununla beraber malını saçıp savurma. (İsra Suresi -26) 

Mevlânâ hazretleri yeme içme ile insan mâneviyatı arasındaki alâkayı şöyle dile getirir:
"Kene gibi pis bir deriye konup şişeceğine, kuşlar gibi yarı aç ol ki fezâlarda dolaşasın.” 

 MAKALE YAZARI HADIS TWEET

ÇEKİLİŞ

ÇEKİLİŞ  VARRRRRRRRRRR.............



Bu inanılmaz güzel fincanlar için Hümeyra'nın denizi blogunu tıklayın.

12 Mayıs 2013 Pazar

BUYRUN GÖNÜL SAYFAMA


BUYRUN GÖNÜL SAYFAMA
 BUYRUN GÖNÜL SATIRLARIMA…………


Birgün kapı çalmalı..Koşarak kapıyı açmalıyım.Kimler gelmiş kimler …

O’ki ilk kucak,
O’ki ilk ocak,
O ilk cemaat,
O ilk  uyan,inanan,iman eden
O  ilk doğrulayan,
O ilk ümmet, ilk namazı kılan ümmet,
O ilk eş,ilk sevgili,ilk aşık
O ilk yardımcı, ömrünü Rabbine adamış Sevgiliye yardımcı,
O ilk sırdaş,ilk yoldaş,
O ilk şehit,
O Resulün gönül gülü,
O şefkat denizi,
O toplumun mimarı,nesilleri şekillendiren  ilk anne,

O gelmiş,Hz Hatice…

Güzelliğine ,asaletine,adanmışlığına,vakarına hayran hayran bakarken
Kapıdan bir zil sesi daha gelmeli.Hz Hatice’yi evimin en özel yerine oturtup koşmalıyım yeniden kapıya…

Kapıyı açtığımda gözlerime inanmamalıyım…

Evet O’da gelmişti..

O Allah’ın Resulü’yle sabahlara kadar namaz kılandı,
O Allah’ın Resulü’yle oruç tutandı,
O başladığı hiçbir ibadeti yarım bırakmayandı,
O Fahr-i Kainat Efendimiz’le  birlikte ilk hac yapandı,
O tesettürü çok hassas gözeten koruyandı,

O gelen Aişe-i Sıddika idi

O’ da Mü’minlerin en mümtaz annesi idi…
Bu anneler gününde beni yalnız bırakmamış yanıma gelmişlerdi….
Hz.Aişe-i Sıddıka’yı da içeri buyur edip,
 Dizlerini dibine  oturup,
O mübarek annelerin dillerinden
Mü’minlerin anneleri oluşlarını dinlemeliydim.
Annelik sevdalarını.aşklarını dinlemeliydim.
Allah’ın Resulünü dinlemeliydim…
Yaşadıklarını, hayallerini,bütün güzelliklerini,
Ailelerini,çocuklarını,sahabeleri,
İmanı, tebliği,Uhud’u,Bedir’i,Hendek’i,
Ve bir çok şeyi…
Sıra bana geldiğinde,

Kulaklarımda hala çınlayan o  seslerini duymalıydım.
Sabret sabret….
Sabretmelisin….
Sabretmek anneliğin en asli görevlerinden.

Evet bu benim bir hayalim.Müslümanın içinde hep olması gerekli olan ümidi, ben Hz.Hatice ve Hz. Aişe ile oturup sohbet  olarak yaşamak istedim…

Dualarınızda banada yer vermeniz dileği ve umuduyla… 

Anne ve Babaya İtaat Hakkındaki Ayetler ve Hadisler


Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor:
1) Allah’a ibadet edin ve O’na hiçbir şeyi ortak koşmayın. Anneye, babaya,
 akrabaya, yetimlere,
yoksullara, yakın komşuya,
 uzak komşuya, yakın arkadaşa, yolcuya ve ellerinizin altında bulunanlara 
(köle, cariye, hizmetçi ve benzerlerine) iyi davranın;
 Allah kendini beğenen ve daima böbürlenip duran kimseyi sevmez.”
Nisa 36
Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor:
2) “Biz insana yapacağı hayırlı işlerden biri olarak anne ve babasına 
iyi davranmasını emrettik...”
Ankebut 8
Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor:
3) Rabbin, sadece kendisine kulluk etmenizi, annenize ve babanıza da iyi 
davranmanızı kesin bir şekilde emretti. Onlardan biri veya her ikisi senin
 yanında yaşlanırsa, kendilerine öf! bile deme; onları azarlama;
 ikisine de güzel söz söyle! Onları esirgeyerek alçakgönüllülükle üzerlerine kanat ger
 ve: Rabbim! Küçüklüğümde onlar beni 
nasıl yetiştirmişlerse, şimdi de sen onlara (öyle) rahmet et! diyerek dua et.”
İsra 23-24
Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor:
4) “Biz insana, annesine ve babasına iyi davranmasını tavsiye etmişizdir. 
Çünkü anası onu nice sıkıntılara katlanarak taşımıştır. 
Sütten ayrılması da iki yıl içinde olur. (İşte bunun için) önce bana,
 sonra da annene ve babana şükret diye tavsiyede bulunmuşuzdur. Dönüş 
ancak banadır.”
Lokman 14
5) Abdullah ibni Mes’ud (Radiyallahu Anhuma) şöyle dedi:
“Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’e:
Allah’ın en çok sevdiği amel hangisidir? diye sordum.
Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):
−‘Vaktinde kılınan namazdır’ buyurdu.
Sonra hangisi gelir dedim.
Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):
−‘Ana babaya iyilik etmektir’ buyurdu.
Daha sonra hangisidir dedim.
Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):
−‘Allah yolunda cihad etmektir’ buyurdu.”
Buhari, Müslim
6) Ebu Hureyre (Radiyallahu Anh) şöyle dedi:
“Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):
‘Hiçbir çocuk babasının hakkını ödeyemez. Eğer onu köle olarak bulup hürriyetine 
kavuşturursa babalık hakkını ödemiş olur’buyurdu.”
Müslim
7) Ebu Hureyre (Radiyallahu Anh) şöyle dedi:
“Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):
‘Allah’a ve ahiret gününe iman eden kimse misafirine ikram etsin. Allah’a ve ahiret 
gününe iman eden kimse akrabasını ziyareti yapsın. Allah’a ve ahiret gününe iman eden 
kimse ya hayır konuşsun veya sussun’ buyurdu.”
Buhari, Müslim
8) Ebu Hureyre (Radiyallahu Anh) şöyle dedi:
“Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):
‘Allah yaratma işini bitirdiğinde akrabalık ve kardeşlik bağı Allah’ın huzurunda durarak:
Bu duruş akrabalık ve kardeşlik alakasını kesenden sana sığınma duruşudur, dedi. 
Allah-u Teâlâ’da:
Pekâlâ, seni koruyup gözeteni gözetmeme seninle ilgisini kesenden münasebeti kesmeme
 razı olur musun? diye sordu. Kardeşlik ve akrabalık bağı:
−Evet, razıyım dedi. Bunun üzerine Allah-u Teâlâ:
−Sana bu hak verilmiştir’ buyurdu.”
Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) bunları anlattıktan sonra isterseniz bu gerçeği
 doğrulayan şu ayeti okuyunuz, buyurdu:
Geri dönerseniz, yeryüzünde bozgunculuk yapmaya ve akrabalık bağlarını 
kesmeye dönmüş olmaz mısınız? İşte bunlar, Allah’ın kendilerini lânetlediği, 
sağır kıldığı ve gözlerini kör ettiği kimselerdir. Muhammed 22, 23
Buhari Edeb 13, Müslim Birr 16
9) Başka bir hadiste Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle dedi:
“Allah-u Teâlâ, ey akrabalık bağı! Seni gözeteni gözetirim, seninle ilgiyi kesenden ben de 
ilgiyi keserim buyurdu.”
Buhari Edeb 13
10) Ebu Hureyre (Radiyallahu Anh) şöyle dedi:
“Bir adam Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’e gelerek:
−İnsanlar arasında kendisine en iyi davranmam gereken kimdir? diye sordu.
Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):
−‘Annen’dir’ buyurdu.
Adam:
−Ondan sonra kimdir diye sordu.
Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) yine:
−‘Annen’dir’ buyurdu.
Adam tekrar:
− Ondan sonra kimdir diye sordu.
Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) yine:
−‘Annen’dir’ buyurdu.
Adam:
− Ondan sonra kimdir diye sordu.
Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):
−‘Baban’dır’ buyurdu.
Buhari Edeb 2, Müslim Birr 1
11) Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’e:
−Kendisine en iyi davranılması gereken kimdir sorusuna, Rasulullah
 (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):
“Annen, annen, annen, sonra baban, sonra da yakın akrabalarındır” buyurdu.
Müslim Birr 2
12) Ebu Hureyre (Radiyallahu Anh) şöyle dedi:
“Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):
‘Ana babasının veya onlardan birinin ihtiyarlık zamanlarına yetişirde gerekli hizmette 
bulunmama sebebiyle cennete giremeyen kimsenin burnu yerlerde sürünsün diye üç sefer
 tekrarlanmıştır’ buyurdu.”
Müslim Birr 9
13) Ebu Hureyre (Radiyallahu Anh) şöyle dedi:
“Bir adam:
−Ya Rasulallah! Benim akrabalarım var, ben onları ziyaret ediyorum onlar benimle alakayı 
kesiyorlar. Ben onlara iyilik ediyorum, onlar bana kötülük ediyorlar. Ben onlara anlayışlı
 yumuşak davranıyorum, onlar bana kaba ve cahilce davranıyorlar, dedi.
Bunun üzerine Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):
−‘Eğer dediğin gibi isen, onlara kızgın kül yedirmiş oluyorsun. Sen böyle davrandıkça 
Allah’ın yardımı seninledir’ buyurdu.”
Müslim Birr 22
14) Enes (Radiyallahu Anh) şöyle dedi:
“Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):
‘Bir kimse rızkının çoğalmasını ve ömrünün uzamasını isterse akrabasını kollayıp 
gözetsin’ buyurdu.”
Buhari Edeb 12, Müslim Birr 20
15) Enes (Radiyallahu Anh) şöyle dedi:
“Ebu Talha (Radiyallahu Anh) Medine’de Ensarın hurma bahçesi yönünden en varlıklısı
 idi. Ebu Talha (Radiyallahu Anh)’ın en sevdiği malıda mescidin karşısındaki Beyruha 
adlı hurma bahçesiydi. Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) bu bahçeye girer
 oradan tatlı su içerdi.
Ebu Talha (Radiyallahu Anh)“Sevdiğiniz şeylerden infak edinceye kadar asla 
iyiliğe erişemezsiniz. Her ne infak ederseniz şüphesiz Allah onu bilir” ayeti 
inince Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in yanına gelerek:
−Ya Rasulallah! Allah sana:
“Sevdiğiniz şeylerden infak edinceye kadar asla iyiliğe erişemezsiniz.
 Her ne infak ederseniz şüphesiz Allah onu bilir” ayetini gönderdi.
 Benim en sevdiğim malım ise Beyruha adlı bahçedir. O Allah için sadakadır. 
Allah’tan onun sevabını ve ahiret azığı olmasını isterim. Burayı Allah’ın sana gösterdiği
 şekilde kullan, dedi.
Bunun üzerine Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):
−‘Aferin sana bu ne karlı ve ne iyi bir maldır. Dediğini işittim fakat ben bu malı 
akrabalarına vermeni uygun görüyorum’dedi.”
−Ebu Talha öyle yapayım Ya Rasulallah! Dedi ve bahçeyi akrabaları ve amca çocukları
 arasında taksim etti.
Buhari Zekât 44, Müslim Zekât 42
16) Abdullah ibni Amr ibni As (Radiyallahu Anh) şöyle demiştir:
“Bir adam Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’e gelerek:
−Allah’tan sevabını umarak hicret ve cihad etmek üzere sana biat ediyorum, yani siyasi
 otoriteni kabul edip elini tutuyorum, dedi.
Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’de:
−‘Ana ve babandan hayatta kalan var mı?’ diye sordu.
Adam:
−Her ikisi de sağdır, dedi.
Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’de:
−‘Allah’tan ecir ve sevap kazanmak mı istiyorsun?’ diye sordu.
Adam:
−Evet deyince Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):
−‘Anne ve babana dön onlara iyi bak’ buyurdu.”
Buhari Cihad 138, Müslim Birr 6
17) Bir adam Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’e gelip cihad için izin istedi.
Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):
−‘Annen ve baban sağ mı?’ diye sordu.
Adam:
−Evet deyince Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):
−‘Öyleyse git onlara hizmet et’ buyurdu.”
Buhari Cihad 138, Müslim Birr 5
18) Abdullah ibni Amr ibni As (Radiyallahu Anh) şöyle dedi:
“Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):
‘Akrabasının yaptığı iyiliğe benzeriyle karşılık veren gereği biçimde gözetme ve 
ziyaret etme görevini yerine getirmiş sayılmaz. Akrabayı görüp gözeten ilgilenen kimse, 
kendisiyle ilgiyi kesmelerine rağmen onlara iyilik etmeye devam edendir’ buyurdu.”
Buhari Edeb 15
19) Aişe (Radiyallahu Anha) şöyle dedi:
“Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):
‘Akrabalık ve Müslümanlık bağı arşa tutunarak şöyle demiştir. Beni koruyup gözeteni 
Allah koruyup gözetsin. Benimle ilgisini kesenden de Allah rahmet ve ikramını kessin’
 buyurdu.”
Buhari Edeb 13, Müslim Birr 17
20) Mü’minlerin annesi Meymune Binti’l-Haris (Radiyallahu Anha) şöyle dedi:
“Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’den izin almadan bir cariyeyi azad edip
 hürriyetine kavuşturdum. Nöbet günü gelip de Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)
 yanına gelince:
−Haberin var mı? Farkına vardın mı? Cariyemi azad ettim dedim.
Bunun üzerine Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):
−‘Gerçekten yaptın mı bunu?’ diye sordu.
Bende:
−Gerçekten azad ettim deyince, Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):
−‘Eğer cariyeyi dayılarına hediye etseydin daha çok sevap kazanırdın’ buyurdu.”
Buhari Hibe 15, Müslim Zekât 44
21) Ebu Bekir (Radiyallahu Anh)’ın kızı Esma (Radiyallahu Anha) şöyle dedi:
“İslamiyeti kabul etmemiş müşrik olan annem Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)
 zamanında yanıma gelmişti. Yardım edebileceğimi umarak bana ümid bağlamıştı.
 Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’e ona ikramda bulunabilir miyim, 
görüp gözetebilir miyim? diye sordum.
Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’de:
−‘Evet, annene iyi davran’ buyurdu.”
Buhari Hibe 29, Müslim Zekât 50
22) Abdullah ibni Mes’ud (Radiyallahu Anhuma)’nın karısı Zeyneb es-Sekafiyye
 (Radiyallahu Anha) şöyle dedi:
“Bir gün Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):
−‘Ey Kadınlar cemaati ziynet eşyalarınızdan bile olsa sadaka veriniz’ dedi. Bunun üzerine 
ben kocam Abdullah ibni Mes’ud(Radiyallahu Anhuma)’nın yanına varıp:
−Sen eli dar bir adamsın, Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) bize sadaka 
vermemizi emretti. O’na git de bir sor bakalım sana ve çocuklarına sarf edeceğim
 meblağ sadaka yerine geçer ise size, değilse başkalarına vereyim, dedim.
Kocam Abdullah da:
−Kendin git ve sor deyince kendim gidip Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in
 kapısına varınca ensardan bir kadının da orada beklediğini gördüm onun maksadı da
 benimkinin aynı imiş. Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in heybetinden içeriye
 girmeye çekinirdik. İçeriden Bilal çıkıverince ona:
−Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’e git de ona iki kadın kapıda duruyor, 
sizden kendi kocalarına ve elleri altındaki yetimlere sarf ettikleri sadaka yerine
 geçer mi diye soruyorlar de, fakat bizim kim olduğumuzu da söyleme, dedik.
Bilal Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in yanına girdi ve meseleyi sordu. 
Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):
−‘Onlar kimlerdir?’ buyurdu.
Bilal de:
−Ensardan bir kadın ile Zeyneb’dir, dedi.
Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):
−Zeyneb’lerin hangisi, deyince Abdullah ibni Mes’ud (Radiyallahu Anhuma)’nın
 karısı cevabını verdi.
Bunun üzerine Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):
−‘Onlar böyle yapmakla iki sevap birden kazanırlar. Birisi akrabalarını himaye etme
 sevabı diğeri de sadaka sevabı’buyurdu.”
Buhari Zekât 48, Müslim Zekat 45
23) Ebu Süfyan Sahr ibni Harb (Radiyallahu Anhuma) şöyle dedi:
“Herakliyüs, Ebu Süfyana:
−O Nebi size ne emrediyor? diye sordu.
Ebu Süfyan:
−O bize Allah’a ibadet etmemizi, O’na hiçbir şeyi denk tutmamamızı, atalarınızın 
dediği şeyleri ve gittiği yolları bırakmamızı, namazı kılmamızı, doğru ve 
iffetli olmamızı, akrabayı da görüp gözetmemizi emrediyor, dedim.”
Buhari, Müslim
24) Ebu Zer (Radiyallahu Anh) şöyle dedi:
“Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):
‘Muhakkak ki siz yakında bir yer fethedeceksiniz ki orada para birimi olarak 
dirhem ve dinar yerine kırat kullanılmaktadır’buyurdu.”
Başka bir rivayette ise Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):
‘Siz kırat’ın kullanıldığı Mısır’ı fethedeceksiniz. Oranın halkına iyi davranmanızı 
tavsiye ediyorum. Çünkü onlarla aramızda bir akrabalık bir de hısımlık bağımız 
vardır’ buyurdu.”
Bir diğer rivayette ise Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):
‘Siz orayı fethettiğiniz zaman halkına iyi davranın zira onlara karşı hısımlık 
ve akrabalık bağımız vardır’ buyurdu.”
Müslim
25) Ebu Hureyre (Radiyallahu Anh) şöyle demiştir:
“Yakın akrabalarını uyar” Şuara 214. ayeti inince Rasulullah
 (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Kureyş kabilesini çağırdı. Onlar da toplandılar.
 Genel ifadelerle kabilelere özel olarak da şahıslara hitab ederek:
−‘Ey Abdi Şems oğulları! Ey Ka’b ibni Luey oğulları! Kendinizi cehennemden kurtarınız.’
−‘Ey Mürre ibni Ka’b oğulları kendinizi cehennemden kurtarınız.’
−‘Ey Abdi Menaf oğulları kendinizi cehennemden kurtarınız.’
−‘Ey Haşim oğulları kendinizi cehennemden kurtarınız.’
−‘Ey Abdulmuttalib’in oğulları kendinizi cehennemden kurtarınız.’
−‘Ey Fatıma kendini cehennemden kurtar. Çünkü sizi Allah’ın azabından kurtarmaya 
benim gücüm yetmez. Ama aramızdaki akrabalık bağından dolayı sizinle ilgimi 
kesmeyecek ve akrabalık haklarını yerine getireceğim’ dedi.”
Müslim İman 348
26) Ebu Abdullah Amr ibni Âs (Radiyallahu Anh) şöyle demiştir:
“Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):
‘Akrabam olan falan oğulları ailesi benim dostum değildir. Benim dostlarım 
Allah ve salih mü’minlerdir. Fakat ötekilerle aramızda akrabalık bağı bulunduğu 
için kendileriyle ilgimi kesmeyip akrabalık haklarını yerine getireceğim’ buyurdu.”
Buhari Edep 14, Müslim İman 366
27) Ebu Eyyub Halid ibni Zeyd el-Ensari (Radiyallahu Anh) şöyle dedi:
“Bir adam:
−Ya Rasulallah! Beni cennete sokacak ve cehennemden uzaklaştıracak bir davranışı
 haber ver, dedi.
Bunun üzerine Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):
−‘Allah’a ibadet edip ona hiçbir şeyi denk tutmazsın, namazı kılar, zekâtı verir ve
 akrabalarını görüp gözetirsin’ buyurdu.”
Buhari Edeb 10, Müslim İman 14
28) Abdullah ibni Ömer (Radiyallahu Anhuma) şöyle dedi:
“Benim nikâhım altında bir kadın vardı ve ben onu seviyordum. Babam ise onu 
kerih görüyor ve istemiyordu. Babam bana onu boşamamı emretti. Ben bundan 
imtina ettim. Müteakiben ben bu durumu Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)
’e zikrettim.
Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):
−‘Ey Abdullah bin Ömer, karını boşa’ buyurdu. Ben de karımı boşadım.”
Tirmizi 1200, Ebu Davud 5138, İbni Mace 2088, Ahmed 2/20-157,
 Albani 7/136
29) Ebu’d-Derda (Radiyallahu Anh) şöyle dedi:
“Adamın biri gelerek:
−Benim bir karım var. Annem ise onu boşamamı emrediyor ne yapmalıyım? diye sordu.
Ebu’d-Derda (Radiyallahu Anh) ona şu cevabı verdi:
−Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):
−‘Anne ve baba cennete orta kapıdan girmeye vesile olur veya insanı cennete 
ulaştıracak en iyi şey ana babaya iyilik etmektir. Artık sen o kapıyı istersen bırak
 istersen elinde tut’ buyurdu.”
Tirmizi Birr 3
30) Bera ibni Azib (Radiyallahu Anh) şöyle dedi:
“Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):
‘Teyze anne yarısıdır’ buyurdu.”
Tirmizi Birr 6

31) Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor:
Geri dönerseniz, yeryüzünde bozgunculuk yapmaya ve akrabalık
 bağlarını kesmeye dönmüş olmaz mısınız?İşte bunlar, Allah’ın 
kendilerini lânetlediği, sağır kıldığı ve gözlerini kör ettiği kimselerdir.”
Muhammed 22, 23
32) Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor:
Rabbin, sadece kendisine kulluk etmenizi, annenize ve babanıza da 
iyi davranmanızı kesin bir şekilde emretti. Onlardan biri veya her ikisi
 senin yanında yaşlanırsa, kendilerine of! bile deme; onları azarlama; 
ikisine de güzel söz söyle. Onları esirgeyerek alçakgönüllülükle üzerlerine
 kanat ger ve: Rabbim! Küçüklüğümde onlar beni nasıl yetiştirmişlerse, 
şimdi de sen onlara (öyle) rahmet et! diyerek dua et.
İsra 23, 24
33) Ebu Bekre Nüfey ibni Haris (Radiyallahu Anh) şöyle dedi:
“Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):
‘Büyük günahların en büyüğünü size haber vereyim mi?’ diye üç defa sordu.
Biz de:
−Evet, ya Rasulallah! Dedik.
Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’de:
−‘Allah’a şirk koşmak, ana babaya karşı gelip itaatsizlik etmek’ buyurduktan sonra 
yaslandığı yerden doğrulup oturdu ve:
−‘Dikkat edin yalan söylemek ve yalan yere şahitlik yapmak’ buyurdu. Bu sözü o 
kadar tekrar etti ki biz keşke sussaydı diye arzu ettik.”
Buhari Şehadet 10, Müslim İman 143
34) Abdullah ibni Amr ibni Âs (Radiyallahu Anh) şöyle dedi:
“Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):
‘Büyük günahlar şunlardır; Allah’a ortak koşmak, ana babaya itaatsizlik etmek, 
haksız yere adam öldürmek ve yalan yere yemin etmektir’ buyurdu.”
Buhari Eyman ve’n-Nuzur 16
35) Abdullah ibni Amr ibni Âs (Radiyallahu Anh) şöyle dedi:
“Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):
‘Bir kimsenin kendi annesine ve babasına sövmesi büyük günahlardandır’ dedi.
Sahabeler:
−Ya Rasulallah! İnsan hiç kendi annesine ve babasına söver mi? deyince Rasulullah
 (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):
−‘Evet, bir kimse tutar birisinin babasına söver o da onun babasına söver, o kişi 
başkasının anasına söverse o da onun anasına söver’ buyurdu.”
Müslim İman 146
36) Başka bir hadiste Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):
“İnsanın kendi annesine ve babasına lanet etmesi büyük günahlardandır” buyurdu.
Sahabeler:
−Ya Rasulallah! Bir insan kendi annesine ve babasına nasıl lanet eder, deyince
 Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):
−“Birinin babasına söver o da onun babasına söver. Adamın anasına söver o da
 onun anasına söver” buyurdu.
Buhari Edep 4
37) Ebu Muhammed Cubeyr ibni Mut’im (Radiyallahu Anh) şöyle dedi:
“Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):
‘Akrabayla ilgisini kesen cennete giremez’ buyurdu.”
Buhari Edep 11, Müslim Birr 18
38) Ebu İsa Muğire ibni Şube (Radiyallahu Anh) şöyle dedi:
“Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):
‘Allah size annelere itaatsizlik etmeyi, kız çocuklarını diri diri toprağa gömmeyi 
üzerinde verilmesi gereken şeyleri vermemeyi, hakkınız olmayan şeyleri istemeyi,
 haram kıldı ve dedikodu yapmayı çok soru sormayı ve gereksiz yere mal 
sarfetmeyi de mekruh kılmıştır’ buyurdu.”
Buhari İstikraz 19, Müslim Akdiye 10