Sayfalar

24 Nisan 2013 Çarşamba

ALLAH, HAKLARI ZAYİ ETMEZ(Nisa, 4/40)


ALLAH, HAKLARI ZAYİ ETMEZ


“Şüphesiz Allah (hiç kimseye) zerre kadar zulüm etmez. (Yapılan) çok
küçük bir iyilik de olsa onun sevabını kat kat arttırır ve kendi katından
büyük bir mükâfat verir.” (Nisa, 4/40)
Gerek iyilik, gerekse kötülük hiçbir zaman karşılıksız bırakılmaz. Bizler bu dünyanın
bir sınav yeri olduğunu, kişinin yaptıklarından hesaba çekileceğini, iyilik yapanların
sevap alıp akabinde cennete; kötülük yapanların ise günah kazanıp sonunda
cehenneme gideceğine inanırız. Bu, ilâhî adaletin bir gereğidir. Bir Müslüman için,
ahiret gününe, ahiret gününde meydana gelecek hesap, mizan, sırat, amel defteri,
cennet, cehennem gibi olgulara inanmak imanın şartları arasında bulunmaktadır.
Nitekim yüce Allah’ın ilâhî bir mahkemenin kurulacağına dair vaadi, Kur’an-ı
Kerim’de muhtelif ayetlerde şu şekilde haber verilmektedir:
“O gün insanlar amellerinin kendilerine gösterilmesi için bölük bölük kabirlerinden
çıkacaklardır. Artık kim zerre ağırlığınca bir hayır işlerse onun mükâfatını görecektir. Kim
de zerre ağırlığınca bir kötülük işlerse onun cezasını görecektir.” (Zilzâl, 99/6-8)
Yine bir diğer surede meydana gelecek manzara tasvir edilmekte ve şöyle buyrulmaktadır:
“Kişinin kardeşinden, annesinden, babasından, eşinden ve çocuklarından kaçacağı günde
kulakları sağır edercesine şiddetli ses geldiği vakit, işte o gün herkesin (başkasıyla ilgilenmeyi
düşündürmeyecek şekilde) kendini meşgul edecek bir işi vardır.” (Abese, 80/33-37)
İlâhî mahkemenin kurulacağı, burada kimsenin itiraz hakkının olmayacağına
dair bir ayet ise şu şekildedir:
“Her insanın amelini boynuna yükledik. Kıyamet günü kendisine, açılmış olarak karşılaşacağı
bir kitap çıkaracağız. ‘Oku kitabını! Bugün hesap sorucu olarak sana nefsin yeter’,
denilecektir.” (İsrâ, 17/13-14)
* Doç. Dr. Ömer YILMAZ

Bütün bu ayetlerden çıkarılacak sonuç şudur: Herkes yaptığının karşılığını bulacak
ve ona göre mekânı tayin edilecektir. Öyleyse amellerimizle baş başa kalacağımız
kesin olan bu günde, kimsenin kimseye faydasının dokunamayacağı ve bizi
savunacak birilerinin bulunmadığı idrakiyle yaşamaya çalışalım.
Belki bunlar ilk etapta bize hikmetini anlayamadığımız için bir an korkutucu
gelebilir. Ancak işin aslı böyle değildir. Bir kez de bunun tam aksini farz edelim.
Yani güçlü ve haksız olan kimsenin yaptığının yanına kâr kaldığı, adaletin tahakkuk
etmediği bir hayat tasavvur edelim. Bu durumda mazlumların, mağdurların,
haklı ama zayıfların, yetimlerin, boynu büküklerin hak ve hukuku ne olacak? Bu
kişi dünyada nasıl teselli bulacak? O halde bir “hesap günü”nün varlığına inanmak,
bize her şeyi daha düzgün, hakkaniyetli, ölçülü yapmamız gerektiğini hatırlatacaktır.
Eğer bir yerde suyu getirenle testiyi kıran, çalışanla çalışmayan bir tutulur; iyilik
yapanla, yapmayan fark etmez ise hayat çekilmez hâle gelecektir.
Şüphesiz iyilikle kötülük bir değildir. İşte Cenab-ı Hak da yukarıda metin ve
meâlini verdiğimiz ayette, iyilik yapanların sevabının kat kat verileceğini, iyilerin
ödüllendirip karşılığını bulacaklarını haber vermektedir. Bir başka ayette de aynı
konuya değinilerek, “Göklerdeki her şey, yerdeki her şey Allah’ındır. (Sonunda) kötülük
edenleri yaptıklarıyla cezalandırmak, iyilik edenleri de daha güzeliyle mükâfatlandırmak
için ‘Allah, kim ne yaparsa kaydeder.” (Necm, 53/31) buyrulmaktadır.
Çok az da olsa iyilik yapılmalı, basit gibi de gözükse günahtan kaçınılmalıdır.
Günahın basit ve küçüklüğü değil, kime karşı işlendiğinin farkında olunmalıdır.
Amel defterimizde ve kıyamet günü tartıya girecek hesabımızda bizim lehimize çıkacak
iş, söz ve eylemlere ağırlık verelim. Kimseye zerre miktarı kadar bile olsa
haksızlık yapmayalım. Kimsenin hak ve hukukunu ihlal etmeyelim. Allah hakkını
ihmal ederek ebedî âleme gitmeyelim. Unutmayalım ki hesap çetin, yol uzundur. Bu
safhada hatayı telafi etme imkânı da yoktur.

Hiç yorum yok: